Gerginlik siyaseti, gerilimin artmasına dayalı politik tercihlerin öne çıkarıldığı stratejik bir yaklaşımdır. Bu strateji, özellikle siyasi partilerin iç ve dış kriz anlarında tercih ettikleri, seçim süreçlerinde siyasi aktörlerin meşruiyetlerini artırmak ve desteklerini pekleştirmek için kullandıkları bir dizi yol ve yöntemi içerir.
Elbette bu yollara başvurup başvurmamak, gerginlik siyasetinden faydalanmaya gitmek partilerin kendi tercihleridir. Böyle bir siyasetten kısa ve orta vadede çıkar umabilirler, ancak bu stratejilerin netice itibariyle hiçbir şekilde umulanı vermeyeceği, uygulayanın elinde ‘kalacağı’ da onlarca dünya örneğinde olduğu gibi bir gerçektir.
Bu nedenle gerginlik siyasetine başvurmak, siyasi partiler bakımından dozu iyi ayarlanmaz, ölçü kaçırılırsa bir nevi “kamikaze pilotluğu” ile eşdeğerdir. Durmayı bilmeyenlerin, dozu ayarlayamayanların kendilerini ve çevrelerinde olup bitenleri ve toplumun genelini hedef alarak pek çok kalıcı sıkıntıya katlanma durumunda bırakabilir…
Gerginlik siyaseti, sosyal psikoloji ve siyaset biliminin ilgi alanındadır. Kutuplaşma/kutuplaştırma teorileri, “düşman yaratma” stratejileri ve medya manipülasyonları bu bağlamda temel yaklaşımlardır. Ayrıca medya aracılığıyla gerilimin sürekli gündemde tutulması, kamuoyunu manipüle etmede etkili olur. Toplumda var olan dini, etnik ya da ideolojik fay hatları bu stratejiyle daha da derinleştirilebilir.
Ülkemizde ise, son aylarda CHP tarafından siyaseti marjinal bir noktaya taşıma pahasına parti içi kavgaları, şaibeli kurultaylar silsilesini, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve tutuklanıp görevden uzaklaştırılan Başkanı başta olmak üzere belediyelerin merkezde olduğu yolsuzluk, hırsızlık, suiistimal ve terör örgütüyle ilişkileri perdelemek amaçlı gerginlik siyaseti stratejisi izlenmektedir. İzlemiş oldukları bu siyaset tarzı daha önceki siyaset tarzlarından çok farklı olmamakla birlikte dozu artırılmış, temaları çeşitlendirilmiş, riskleri yükseltilmiş, Türkiye‘nin toplumsal birlik ve bütünlüğü, iç ve dış menfaatleri, huzuru, güvenliği, egemenliği dahi gözden çıkarılmış bir mahiyette seyretmektedir.
“Muhalefet partileri gerginlik siyasetine neden başvurur?” sorusu siyaset bilimi içinde her zaman cevabı aranmış, somut örnekler ortaya çıktığı zaman ise daha kolaylıkla verilmiş sorular arasındadır. Bu konuda teorik olarak bir çerçeve ortaya koymak istersek makul ve mantıklı bir alana ulaşmak da mümkündür. Siyaseten dikkat çekmek, toplumsal sorunlara duyarlılığı artırmak, seçmen kitlesini mobilize etmek ve pasif muhalifleri harekete geçirmek gibi sebepler olabilir. Bu amaçlara ulaşabilmek için de sokak protestoları ve mitingler, sertleşmiş meclis söylemleri ve siyasi kriz dili, uluslararası platformlarda şikâyet ve kamuoyu oluşturma, kriz anlatısını vurgulayan medya içerikleri denenebilir. Günümüz CHP’si açısından bakıldığı zaman gördüğümüz manzara “makul ve mantıklı” bir siyaset tarzından ziyade, kendi iç sorunlarını, düştüğü açmazları, yaşadığı büyük sıkıntıları aşmak için tüm meşru muhalefet yollarının araçsallaştırılması ve hatta bir adım ötesi, kamikaze anlayışıyla siyasetin suiistimal edilmesi boyutuna ulaşmıştır…
Muhalefet bu yollara daha önce de başvurmuş ama başarılı olamamış, ülkeye ve partilerine zarar vermekle kalmışlardı. Gezi Parkı olayları olarak kayıtlara geçen ve olaylar sonrasında İstanbul Havalimanının yapılmaması, üçüncü köprüden vazgeçilmesi gibi Türkiye’nin önemli çıkarlarının pazarlık konusu yapılmak istendiği farklı saikler öncülüğünde gerçekleşen tahrip edici hadiseler, “Adalet Yürüyüşü” adını verdikleri bir nevi pasif direniş ve meşruiyet vurgusu olan ama gerçekte Türkiye’ye karşı kurulan uluslararası komplonun yanında yer alma girişimleri milletin sinesinden geri dönmüş, girdikleri seçimlerde klasik oylarını ancak alabilmişlerdi…
Denilebilir ki, daha önce denedikleri halde bu gün yeniden başarı umarak aynı yollara gitmelerinin gerekçeleri nedir? Dünya örnekleri var mıdır? Evet dünya örnekleri vardır ama örneklerde bu yolu deneyenlerin hukuka, demokrasiye dair olumsuz tutumları yoktur. Örneğin, ABD’de Donald Trump adaylık sürecinde medya ve sistem karşıtı söylemlerle toplumun tepkili kesimlerini konsolide etmeyi başardı. Ancak, yasa dışı yollara gitmekten ziyade dilini, söylemini sertleştirerek bunu başardı. Brezilya’da Jair Bolsonaro 2018 öncesi, sol muhalefeti “ahlaksız ve yolsuz” ilan ederek kendi kimliğini sivrileştirdi. İspanya’da Katalonya Hareketi, merkezi yönetimle gerilim artırılarak toplumsal mobilizasyonu sağladı. Bunlar yapılırken hukuk sistemi, demokrasi hedef alınmadı, şiddet olaylarına başvurulmadı, toplumsal tansiyon kontrollü bir şekilde yükseltildi ve belli bir yerde muhafaza edildi…
CHP’nin bugün denediği yolların dayandığı bir meşruiyeti var mı? Sorulup cevaplanması gereken en önemli soru bu… Ülkemizde ekonomik sorunlar ve bu sorunları için uygulanan ekonomik politikalar var. Bu politikalara CHP’nin katılıp katılmaması parti organlarının tercihidir. Bunu eleştirebilir, toplumsal protesto hareketlerine girebilir, kitlelerden destek de isteyebilir. Bunun için mitingler, toplantılar gerçekleştirebilir, bunlara kimsenin hiçbir itirazı da olmaz. Hatta bu konuda eleştiri dilini çok sert olarak da kurgulayabilir, yine bu da kabul edilir bir husustur.
Konu tüm bunların dışında, CHP içinde; milletvekili genel seçimi, cumhurbaşkanlığı seçiminde uğranılan ağır yenilgi sonrası parçalanan yapı ve birtakım “şaibelerle” kazanılan kurultay sonrası edinilen konumu kalıcılaştırmak için ise elbette buna itiraz edilir. Konu şaibeli kurultay öncesi ve sonrası özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve görevden uzaklaştırılan, tutuklanan Belediye Başkanı ve etrafındakiler hakkında yargıya intikal etmiş olan yolsuzluk soruşturmalarını içeriyor ise elbette bu kabul edilemez. Konu açıklık, şeffaflık, günışığında yönetim mottoları ile kamuoyu karşısına çıkan, bu söylemlerle oy alan, kamusal sorumluluk üstlenip kamusal imkân ve kaynaklara yön veren bir yapının kendisini hukukun üzerinde görüp, halka hesap vermekten kaçması ise elbette itiraz edilir…
Konu toplumda kalıcı bir kutuplaşma oluşturulması, geçmişin acı hatıraları da dâhil kapanmış yaraların açılması, demokratik normların hiçe sayılması, yalanın, iftiranın, sövgü ve hakaretin siyasetin diline egemen olması noktasına getirilirse elbette kabullenmek mümkün değildir. Özellikle boykot adı verilen, amacı ülke ekonomisinin topyekûn hedef alınması, uygulanan ekonomik politikanın başarısız olması, istisnasız her vatandaşımızın zarar görmesi olan yanlışlıklara, suistimaller silsilesine elbette geçit verilemez. Yolsuzluklarından sıyrılmak için, yargısal yollarla aramaları gereken “hak, hukuk, adalet”i, yabancı ülkelerin baskısı ile temin etme girişimi elbette bir karşılık bulamaz.
Sonuç olarak, muhalefet bu gerginlik siyasetinden, stratejik kazançlar umuyor olabilir, ancak görmesi gereken en önemli husus toplumsal barışı, huzuru, istikrarı ve demokratik kurum ve kuralları tehlikeye attığıdır. Hukukun üstünlüğü önemlidir. Hukuk devletinde, makam ve mevkii ne olursa olsun, kamusal güç ve imkân kullananlar haklarında yolsuzluk ve şaibe iddiası varsa hesap vermekten kaçamazlar, kaçmaya da uğraşmamalılar. Demokratik sistemlerin güçlü kalabilmesi, diyaloğa dayalı siyaset ve şeffaflık ilkelerinin ön plana çıkarılmasıyla mümkün olabilir. CHP’nin bu siyaset tarzı ile varacağı en son nokta millet iradesine çarpmak olacaktır…