Gelecekte tarihçiler; teknolojik sıçramanın yarattığı ekonomik, kültürel ve sosyolojik değişimlerin küresel siyasi sonuçlarının tarihine, yaklaşık bir milat arayacak olsalar muhtemelen 2000’lerin başını seçeceklerdir.
Peşin peşin söyleyeyim efendim: Bu iddialı giriş cümlesinin altında; 1996 senesinden beri gazetecilik ve romancılık mesleğini İnternet’le sürekli haşır neşir olarak, ondan faydalanarak icra etmiş 50 yaşında ve artık kıdemli bir insanın yaşanmışlığı yatıyor.
O yıldan itibaren, yani henüz İnternet’e kurbağa vıraklamasına benzeyen modem seslerinin ardından bağlanıldığı dönemlerde mIRC adlı chat uygulamasını yoğun kullanan, 1998’den sonra Google’ın, Yahoo ve Altavista gibi sonradan teknolojik evrim sürecinde elenmiş ya da geri düşen uygulamaları nasıl solladığına canlı olarak şahit olmuş biri olarak sosyal medyanın bugün geldiği noktanın olası siyasi sonuçlarını analiz etmenin şart olduğunu düşünüyorum.
Bu köşede bundan tam 13 sene önce, 8 Nisan 2012’de yazılmış Sosyal Medyanın Sanal Büyükelçileri başlıklı yazıda sosyal medyanın dört mabedinden biri olan Twitter’ın, geleneksel medyanın habercilik rolünü icra ettiği, bir diğeri olan Youtube’ın geleneksel TV yayıncılığının muadili olduğu, Facebook’un eğlence (Entertainment) boyutunu üstlendiği ve Instagram’ın da bir fotoğraf görüntü gazeteciliği ikamesi olduğunu anlatmıştım. Bu üçü arasında amacından en çok sapan platformlar bana göre sırasıyla Instagram, Twitter ve Facebook oldu. Mezkûr yazıda kimi gizli servislerin sosyal medyada nasıl operasyon yürüttüklerini örnekleriyle açıklamıştım. Okurlarımızın o yazıya yeniden bakmasını naçizane tavsiye ederim.
ALGORİTMA, REZİLLİĞE OYNUYOR
Aradan geçen 13 yılda sosyal medya mabedlerinin hadlerinin üstünde sosyokültürel, politik, istihbari roller üstlendiğini görür hale geldik. Her şeyden önce Twitter eski Twitter değil. Servetinin onda birini ulusal veya küresel ölçekte yoksullara dağıtsa bir ‘politik Süpermen’ haline gelebilecek Musk’ın paranın gücüyle siyasi dizayna yönelmesi X’i yörüngesinden iyice çıkardı.
Artık Şair Can Yücel’in Ahmet Kaya şarkısına da ‘lyric’ olmuş o meşhur şiirindeki gibi “Ne kadar rezil olursak o kadar iyi” konseptine uygun tweetler öne çıkıyor. Algoritma, bilgiyi, olguyu değil; manipülasyon ve sansasyonu çoğaltılacak bir unsur olarak algılıyor, alıyor ve çoğaltıyor. Hâlbuki bizim mesleğin, gazeteciliğin temel kriterlerinden biri; haberi bulup çıkaranın âdeta gizli özne fonksiyonu üstlendiği bir süreçten sonra haberin, yani nesnenin oluşturacağı etkiyi ölçmek ve fikri takibini yapmaktır.
Algoritma ne algılarsa algılasın veya dayatırsa dayatsın hakikat değişmez. Bir başka deyişle Yapay Zekâ sistemleri, onu icat edenin, yani insan unsurunun yüklediği misyonları üstlenir. Bir dejenerasyon varsa, ki var, sorumlusu YZ veya onun algoritmaları değil, insanın bizatihi kendisidir. Yapay Zekâ’nın en azından hali hazırdaki ufku, insanın ufkundan ileri değildir. Bunu; orta, hatta kısa vadeli ChatGPT veya Doğu’nun yükselen ejderhasının, Çin’in Trump’ın ABD Başkanı olunca piyasaya sürdüğü DeepSeek yazışmalarında bile gözlemlersiniz. Dolayısıyla Yapay Zekâ’yı yöneten, sosyal medya platformlarına patronluk yapan para oligarşisinin algoritma böyle istiyor, biz gelişmelere uyum sağlıyoruz söylemlerinin bir karşılığı yok.
SOSYAL MEDYADA ‘PARA PARADOKSU’
8 Nisan 2012 tarihli yazımın, tersten okursak en çok tutan öngörülerinden biri şu paragrafta gizli imiş:
“Sosyal medya maaş vermiyor. Bu, ciddi bir ‘para’doks. Sosyal medyanın da, ‘patronlaşmadığı’ müddetçe eski medyayı yıkması -hedefleyen açısından- fazlasıyla iyimser bir ideal gibi görünüyor.”
İşte Elon Musk’ın patronajında X bu paradoksu da yenmiş görünüyor. Ancak medyanın doğrudan siyasi dizayna girişmeye kalkışması her zaman ters teper. Yeni dünya düzeni dediğimiz şey eğer bir sosyal medya diktatörlüğü ise bu sistem daha şimdiden kendi teröristlerini üretmeye başlar.
En fenası; X, Instagram, Tiktok başta olmak üzere bütün sosyal medya platformlarının kültürel dejenerasyonun şeytanı haline gelmiş olması. Artık kötü bile değil, doğrudan şeytan olarak görülmeye başlanır hale geldiler. Ne diyordu Hegel; “Kötü, hiç kuşkusuz şeytan kadar fena değildir.” Babanın bu lafını şöyle uyarlayabiliriz günümüze, “Dezenformasyon bile sosyal medyanın kendisi kadar fena değildir. Hele de böyle yavaş yavaş diktatörlüğe gittiği müddetçe…”