Küresel teknolojik gelişmelerin baş döndürücü bir hıza ulaştığı günümüzde, yapay zekâ teknolojileri hayatımızın her alanında köklü dönüşümlere yol açıyor. Eğitim sektörü de bu dönüşümün merkezinde yer alıyor. Öğrenme ve öğretme süreçlerine entegre olan yapay zekâ uygulamaları, sundukları verimlilik ve etkinlik artışı vaatleriyle bir yandan heyecan uyandırırken, diğer yandan eğitimin temel dinamiklerini sorgulamamıza neden oluyor. Bu dijital dönüşüm sürecinde karşımıza çıkan temel soru şu: Yapay zekâ, eğitim ekosisteminde öğretmenlerin ve okulların yerini alabilir mi, yoksa onların tamamlayıcı bir unsuru olarak mı kalacak?
Yapay zekâ teknolojileri, hâlihazırda eğitim sektöründe çeşitli uygulamalarla kendine yer edinmiş durumda. Kişiselleştirilmiş öğrenme deneyimleri sunan akıllı öğrenme platformları, öğrencilerin bireysel ihtiyaçlarına ve öğrenme hızlarına göre içerik sunabiliyor. Öğretmenler için ise ders planı hazırlama, ödev değerlendirme ve idari işlerin otomasyonu gibi alanlarda yapay zekâ destekli araçlar, zaman tasarrufu sağlayarak eğitimcilerin asli görevlerine odaklanmalarına imkân tanıyor.
Dünya’da ve Türkiye’de de eğitim teknolojileri alanında önemli adımlar atılıyor. Geçtiğimiz hafta İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İstanbul Teknik Üniversitesi iş birliğiyle düzenlenen “2. Eğitimde Yapay Zekâ Zirvesi”nde gözlemlediğimiz üzere, eğitimciler arasında yapay zekânın sunduğu imkânlara yönelik belirgin bir heyecan ve ilgi söz konusu. Zirvede bir araya gelen öğretmenler ve akademisyenler, yapay zekânın kendilerine nasıl yardımcı olabileceğini keşfetme konusunda istekliydi. Ancak dikkatimi çeken bir diğer husus, konferans salonundaki eğitimcilerin çoğunun, yapay zekânın öğretmenlerin ve okulların yerini alamayacağı konusunda hemfikir olmasıydı. Bu görüş birliği, bir yandan temenniye dayalı gözükse de, eğitimin özünde insani bir faaliyet olduğuna dair derin bir anlayışı da yansıtıyor.
Önümüzdeki yıllarda, yapay zekâ teknolojilerinin eğitim sektörüne nüfuzunun daha da artacağı öngörülüyor. Bölgemizde ve dünyada yapay zekâ destekli öğrenme asistanları, sanal sınıf ortamları ve holografik öğretmen modelleri gibi yenilikçi uygulamaların yaygınlaşması bekleniyor. Uluslararası kuruluşların raporlarına göre, küresel eğitimde yapay zekâ teknolojileri pazarının 2032’de 26.4 milyar ABD doları olması bekleniyor. Bu pastadan pay almak için irili ufaklı birçok şirketin ve yatırımcının bu teknolojiye yatırım yapacağı biliniyor.
Teknolojik gelişmeler, aslında geleneksel öğrenme-öğretme paradigmalarını da dönüştürme potansiyeline sahip. Tek tip, standart eğitim modellerinden, her öğrencinin bireysel ihtiyaçlarına cevap veren, esnek ve uyarlanabilir öğrenme deneyimlerine geçiş hızlanacaktır. Bu dönüşüm, eğitimde fırsat eşitsizliklerini azaltma ve kaliteli eğitime erişimi demokratikleştirme potansiyeli taşıyabilir.
Bununla birlikte, yapay zekâ temelli eğitim modellerinin yaygınlaşması, “insansız eğitim” senaryolarını da gündeme getiriyor. Uzun vadede, rutin öğretim görevlerinin büyük bir kısmını üstlenebilen, öğrenci performansını sürekli analiz eden ve öğrenme materyallerini dinamik olarak uyarlayan yapay zekâ sistemleri, eğitim sisteminin yapısını kökten değiştirebilir. Ancak burada kritik soru şudur: Eğitim sadece bilgi aktarımından mı ibarettir, yoksa insan etkileşiminin vazgeçilmez olduğu sosyal bir süreç midir?
Eğitim, özünde bir insan ilişkileri sanatıdır. Anadolu irfan geleneğinde de vurgulanan “mürşid-mürid” ilişkisi, bilginin aktarılmasında insan temasının, göz temasının ve karşılıklı etkileşimin önemini ortaya koyar. Yapay zekâ ne kadar gelişmiş olursa olsun, öğrencilerin duygusal ihtiyaçlarını anlama, bağ kurma ve ahlaki yönlendirme sağlama konusunda insanın yerine geçme kapasitesi sınırlıdır. Öğrenme sürecinde motivasyon, ilham ve model alma gibi unsurlar, insan öğretmenlerin sağladığı duygusal ve sosyal etkileşimle yakından ilişkilidir. İbn-i Haldun’un “İnsan, medenî tabiatlıdır” sözünü hatırlarsak, insanın sosyal bir varlık olarak bilgiyi topluluk içinde, etkileşimle öğrendiğini görürüz. Eğitimin sadece öğrenme değil, aynı zamanda sosyalleşme, kimlik gelişimi ve topluma entegrasyon süreçlerini de kapsadığını unutmamalıyız.
Yapay zekâ teknolojilerinin eğitime entegrasyonu kaçınılmaz ve potansiyel olarak faydalı bir süreçtir. Ancak bu entegrasyon sürecinin sağlıklı ilerlemesi için bazı temel prensiplere dikkat edilmesi gerekiyor. Yapay zekâ teknolojilerinin eğitim dünyasına sağlıklı entegrasyonu, insan ve teknoloji arasında dengeli bir iş birliği modelini zorunlu kılıyor. Bu süreçte yapay zekâyı, öğretmenleri ikame edecek bir tehdit değil, onların yaratıcı potansiyellerini açığa çıkaran ve rutin görevlerden kurtaran bir yardımcı olarak konumlandırmalıyız. Sınıf içi etkileşimlerde yapay zekâ, öğretmenin dikkatinden kaçabilecek öğrenme zorluklarını tespit edebilir, böylece pedagojik müdahaleler daha erken ve etkili olabilir. Aynı zamanda, bireyselleştirilmiş öğrenme deneyimleri sunarak her öğrencinin kendi hızında ilerlemesine imkân tanıyabilir.
Bu entegrasyon, sağlam bir etik çerçeve olmadan sürdürülemez. Veri gizliliğinden algoritmik şeffaflığa, adil erişimden dijital mahremiyete kadar birçok etik prensip, yapay zekâ uygulamalarının eğitim sahasındaki meşruiyetini belirleyecektir. Özellikle çocuklarımızın verilerinin kullanımı ve korunması konusunda hassasiyet göstermek, milli bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır. Algoritmik tarafsızlık ve çeşitlilik ilkelerinin benimsenmesi, farklı sosyo-ekonomik gruplardan gelen öğrencilerin yapay zekâ destekli eğitim imkânlarından eşit şekilde faydalanmasını sağlayacaktır.
Eğitim süreçlerinde yapay zekâ ile insan unsurunu dengelemek, aynı zamanda kültürel kimliğimizi ve değerlerimizi koruma meselesidir. Yapay zekâ destekli eğitim içeriklerinin, Anadolu irfan geleneğinden beslenen eğitim felsefemize ve yerel ihtiyaçlarımıza uyumlu hale getirilmesi elzemdir. Türkçe dilinin inceliklerini anlayan, Anadolu’nun zengin kültürel mirasını yansıtan ve milli değerlerimizi besleyen içerikler geliştirilmelidir. Bu yaklaşım, gençlerimizin küresel teknoloji trendlerini takip ederken köklerinden kopmamalarını sağlayacaktır. Roosevelt’in dediği gibi: “Bir insanı ahlaken eğitmeden sadece zihnen eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır.”
Bu dönüşümü yönetecek öğretmenlerimize, yapay zekâ araçlarını etkin kullanabilmeleri için sürekli profesyonel gelişim imkânları sunulmalıdır. Okul öncesinden yükseköğretime kadar tüm eğitim kademelerinde görev yapan eğitimcilerin dijital yetkinliklerini artıracak, onları yapay zekâ çağına hazırlayacak kapsamlı eğitim programları tasarlanmalıdır. Dijital dünyanın kapılarını öğrencilerimize açarken, onlara eleştirel düşünme, algoritmik okuryazarlık ve dijital etik prensiplerini de aktarmalıyız. Böylece gençlerimiz, yapay zekâ ile etkileşimlerinde pasif kullanıcılar değil, bilinçli ve sorgulayıcı bireyler olarak yetişecektir. Bu dengeli yaklaşım, hem teknolojik gelişmelerin nimetlerinden faydalanmamızı hem de eğitimin insani özünü korumamızı sağlayacaktır.
Yapay zekâ, eğitim sektöründe köklü bir dönüşümün habercisi olarak karşımızda duruyor. Bu teknolojinin sunduğu imkânları akıllıca değerlendirirken, eğitimin insani boyutunu ve kültürel derinliğini korumak kritik önem taşıyor. Nihayetinde teknoloji bir araçtır ve bu aracın nasıl kullanılacağına karar verenler bizleriz. Biliyoruz ki, geleceğin başarılı eğitim modelleri, yapay zekânın verimliliği ile insan etkileşiminin derinliğini dengeli bir şekilde birleştirebilen yaklaşımlar olacaktır. Bu denge, hem teknolojik gelişmeleri kucaklayan hem de insani değerleri merkeze alan bir eğitim anlayışı için elzemdir. Milli eğitim ve gençlik politikalarımızı bu dengeli yaklaşım çerçevesinde şekillendirerek, dijital çağın gerekliliklerine uyum sağlarken kültürel mirasımızı ve insani değerlerimizi de koruyabiliriz.