Nasıl bir toplumsal travmamız varsa şu TÜSİAD meselesi bir türlü kapan(a) mıyor. Haliyle bu derneği uzun zamandır takip eden bir gazeteci olarak konuşulanlara sürekli bir şeyler ekleme ihtiyacı duyuyorum. Daha başlamadan belirteyim; ben ne servet düşmanı olarak TÜSİAD toplantılarının başlamasını beklerken, “zenginler şöyle sömürüyor, böyle servetine servet kattı” diye ahkam kesen gazetecilerdenim, ne de “bu dinci(!) hükümete ne güzel ayar verdi” diyerek alkış tutanlardan. Bu arada fuayelerde konuşurken servet düşmanlığı yapanların yüz yüze geldiklerinde (zenginlerin önünde) nasıl iki büklüm olduklarına kaç kez tanık olduğumu anlatmama gerek yok. Ha, bir de bakanları karşılamak için asansörlerde birbirini ezen iş insanları vardı değil mi? Neyse bunlar da başka bir yazının konusu olsun.
Meslek büyüklerim, TÜSİAD’ın, Ecevit ve Erbakan döneminde hükümetlere ilişkin çıkışlarını hatırlattılar. Benim de aklıma Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın, TÜSİAD’da yaptığı bir konuşma geldi. İsim vermeden yazacağım çünkü ortam o kadar gergin ki tartışmaya yeni isimler katmak istemiyorum. Zaten isimler kadar durumun kendisi de önemli. Sanırım 2014 yılıydı ve TÜSİAD’ın YİK toplantısı eylül ayına kalmıştı. Tam bu toplantıdan önce TÜSİAD üyesi etkili bir iş insanı yurtdışında, uluslararası yatırımcılara hitap ettiği bir konuşmada, Türkiye’de ekonomik genel gidişatın ne kadar kötü olduğunu, ülkenin yurtdışı itibarının zedelendiğini hatırlatmış, ‘ekonomi ve hukuk alanında yapısal reformlar hayata geçirilmezse, batarız-biteriz’ diye dert yanmıştı. Ve daha da önemlisi bütün bunları güya ülkenin geleceğini korumak adına söylüyordu. Aradan bir hafta geçmeden Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasını en ön sıradan izleyen bu iş insanına TÜSİAD kürsüsünden direkt cevap vermişti. Öldük-bittik dediği dönemde işlerinin ne kadar büyüdüğünü rakamlarla ortaya koymuştu. Toplantı sonrasında gazeteciler olarak söz konusu iş insanına Erdoğan’ın sözlerini nasıl değerlendirdiğini sorduk; “Çok iyi bir konuşmaydı” demez mi, bunun üzerine, Erdoğan’ın rakamlarla kendisine verdiği cevabı tekrarlayarak “Peki bu sözlerine ne diyeceksiniz?” diye üstelediğimizi hatırlıyorum. Bu kez ne dedi biliyor musunuz; “Ben o kısmı duymadım.”
İşte bu kısacak cevap ne çok şey anlatıyor değil mi?
Gelelim günümüze, TÜSİAD’ın 70’lerdeki gazete ilanları, çok kıymet verdikleri(!) demokrasiye müdahale sayılmadı ve bugün hala sayılmıyor. Hatta aynı hoyrat tavırla kürsüye çıkıp, ‘battık- bittik, sistem çöktü’ söylemleri devam ediyor. Ve acaba bu söylediklerimiz, uluslararası sermayenin yatırım kararlarını nasıl etkiler diye hiç düşünülmüyor. Düşünmek zorunda olmayabilirler ama devlet, ‘sistem nasıl çöktü gelin bir de bize anlatın’ dediğinde, “Yabancı sermaye ürkütülüyor” diye kıyameti koparıyorlar. (Bu arada kapsayıcılık ilkesi gereği ‘yabancı’ demiyoruz, uluslararası sermaye diyoruz, hatırlatayım.)
Neyse ne diyorduk, Türkiye’nin en büyük iş dünyası örgütü çıkıp sistematik olarak ‘Türkiye’de sistem çöktü’ algısını işliyor ve uluslararası sermaye bunu hiç ciddiye almıyor, öyle mi?
Uluslararası sermaye, TÜSİAD’çıların ülkenin ne kadar berbat halde olduğunu vurgulamasını, hukuksuzluklarla ilgili feryat-figan etmesini sorun etmiyor ama eleştirilerin hedefi Hükümet kanadının cevapları, büyük sorunlara yol açıyor, bu mudur yani?
İtirazım işte buna. Yaşananlara tepki gösterilmek isteniyorsa lütfen başka argümanla gelinsin zira bu pek akla yatmıyor. Tabi eğer amaç gerçekten uluslararası sermaye çekmekse.