Hatırlanacağı üzere, “Çözüm Süreci” Suriye iç savaşı sırasında uygulamaya konulan emperyalist plânlar yüzünden sekteye uğramış, sonunda bizzat PKK terör örgütü ve müzahiri unsurlar tarafından çökertilmişti. Bugün de dikkat edilmesi gereken alan yine kuzey ve doğu Suriye olmak durumunda. TBMM‘de kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” 5 Ağustos 2025’te yaptığı ilk toplantısında, gelecek adına umutlanmak için yeniden bir zemin oluştururken bizlerin ana ekseni sürekli akılda tutmamız gerektiği de çok açık. Özellikle, ABD tarafından Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında örgütlenen PKK’nın Suriye kolu YPG’nin giderek artan dozda ayak sürümesini ciddiyetle izlenmek zorundayız. Neden? Çünkü ABD’deki heterojen yönetim yapısı yüzünden bölgeye gönderilen sinyaller karışmakta. ABD istihbaratı, Dışişleri, Pentagon, hatta Pentagon’a rağmen CENTOM olarak bilenen Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın fiili tutumları son dönemde farklılaşmakta. Sanırım, bu karmaşık tablo da İsrail’in, siyonist hesaplarının belirgin etkisi de hissedilmekte. İsrail, sözde sınır güvenliğini teminat altına alma iddiasıyla Suriye’nin güneyindeki Dürzi grupları ayaklandırmakla kalmadı, Suriye’nin kuzeydoğusundaki YPG unsurlarına da el altından stratejik mesajlar gönderdi.
Büyük ölçüde bu nedenle… SDG, 8 Mart 2025’te Merkezi Şam Hükümeti ile imzaladığı protokole uymak yerine, zamana oynama moduna geçti. Öyle ki Halep ve çevresinden, Tışrin Barajı’ndan, sınır noktalarından çekilme taahhüdünü askıya aldı. Fiili durumun şimdilik bir statüko olarak devamını sağlamak üzere yapay bahaneler ileri sürmeye başladı. Benzeri durum İsrail sınırındaki Dürzi bölgesinde de yaşandı. Maalesef Şam Yönetimi, o bölgede askeri kontrolü tam olarak ele alamadı ve çatışma yaşanmaması kaydıyla mevcut durumu olduğu gibi kabullenme çizgisine çekildi.
Titizlikle etüt edilirse… İsrail’in; Suriye’nin zayıf bölgesel yönetimlere ayrılmasına odaklandığı, Türkiye‘nin ise Suriye’de toprak bütünlüğüne dayalı üniter yapının korunması için mücadele verdiği görülecektir. Hatta Ankara, bizzat Dışişleri Bakanı’nın ağzından, “Suriye’nin parçalanmasına varacak gelişmeleri, beka tehdidi olarak göreceğini ve kayıtsız kalmayacağını” ilân etmiştir.
Şu an Suriye’de, açık sözlerin yerine getirilmesini önceleyen hassas bir süreç yönetilmektedir. Yılsonuna kadar SDG’nin silah bırakması, Suriye Ordu Güçlerine katılımı ve ülkenin her yanında görev alması esastır. Yani, şeklen Suriye Ordusu içinde ama sadece Suriye’nin kuzey doğusunda konuşlu SDG formülünün kabul edilemezliği açıktır. Sorun şu ki ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin makûl açıklamaları ile Washington’ın, Suriye dosyasını İsrail’in ajandasına endekslemeye meyilli güncel yaklaşımı çelişmektedir. Bakan Trump, Suriye’nin istikrarı adına Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan‘ı merkeze alan politikalar geliştirmekte, müesses ABD nizamı ve İsrail’in karanlık ekibi bu kurguyu bozmak için elinden geleni yapmaktadır!
Ve nihayet…
Oldukça dinamik seyreden, zerrece zafiyet kaldırmayan Suriye’deki hareketlilik, İmralı’nın ütopik gibi duran projesi ile birlikte de düşünülmelidir. Kavramları yer yer soyut olsa da niyeti somuttur. Ortada, “Kapitalist moderniteye alternatif olarak demokratik moderniteyi inşa etmeyi” hedefleyen bir megaloman vardır. Ona göre, kapitalist modernite ulus-devlet, endüstriyalizm ve tekelci sermaye üçlüsüne dayanırken demokratik modernite çokluk, yerellik, doğrudan demokrasi ve halk meclisleri üzerine kuruludur ve ulus-devleti reddetmektedir. Bu zihni kodlara “Devletçi yapıların yerine komünler, halk meclisleri, kooperatifler ve kadın öncülüğündeki yerel yönetimler senaryosu” da eklendiğinde Suriye’nin kuzey doğusunun yine küresel güçlerin tatbikat sahasına dönüşmesi muhtemeldir.
Tam da bu nedenle… Doğru zamanda, doğru irade ile başlatılan milli çabaların, terörün tasfiyesi, demokratik standartların yükseltilmesi ile sonuçlandırılması çok önemlidir!