Bodrum‘a döndüm sevgili okur, merak etmeyin her şey ‘yerli yerinde’… Sahiller dolu, beach’ler coşkulu. Üstelik dünyaca ünlü bir zincirin evleri konuşuluyor. Evler gerçekten inanılmaz güzel, öyle böyle rakamlara satılıyor. Ama herhalde sadece yabancılar alacak deniyor. Araplar, Azeriler, Ruslar… Düşünsenize; Bodrum’un en güzel koylarından birinde, milyon dolar verip harika bir ev satın alıyorsunuz. Pencereden sonsuz maviliğe bakıyor, yıldızların altında keyif yapıyorsunuz. Fakat bir eksik var… Su yok. Hatırlayın Ataköy sahildeki o meşhur evleri. Milyon dolarlık servetler dökülmüş, ama denizden gelen kötü kokuyu önleyememişlerdi. Kokudan geçilmezdi o yalılar… Parayla çözülemeyen sorunlar.
İşte Bodrum’da o yalılar gibi bir çelişkinin içinde. Doğanın cömertliğini satıyor ama kaynaklarını tüketiyor. Milyonluk evlerin aidatları uçuyor, ama su hala yetmiyor. Su olmayınca, denizin kokusundan farksız bir gerçek karşılıyor yeni sahiplerini. Peki ne yapmalı? Sadece yatırım yapmakla yetinmeyip, doğaya da yatırım yapmak gerek. Her evin bahçesinde bir ağaç, her suyun yanında bir kaynak… İnanın, milyon dolarlık evlerin aidatı İstanbul’da bir daire fiyatında. Ama evde su yok! Su yok, altyapı yok! O lüks konutlara kuyu kazmak yasak, peki bu evleri alanlar ne yapacak? Düşünüyor musunuz? Ya da düşünmüyorlarsa, almadan önce sorsunlar bari. Arıtma tesisi kuran mı gördünüz? Hayır. Kaynaklar ise artık tükendi, yetersiz. Bodrum, lüksün arkasındaki bu karanlık gerçekle yüzleşmeli. Yoksa bu ‘güzel evler’, susuz, altyapısız, geleceksiz bir rüyadan farksız kalacak.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Bu evler satılıyor, peki keşke satışın yanında sürdürülebilirlik anlaşmaları da yapılsa! Yatırım sadece yapılaşmaya değil, su kaynaklarının korunmasına ve verimli kullanılmasına yapılsa. Her hane bir orman oluştursa kendine, bir baraj kursa, doğaya geri verecek projeler hayata geçirsek… Dilerim bu milyon dolarlık evler, susuzluk ve altyapı yetersizliğiyle sadece bir hayal kırıklığı olmaya devam etmez.
DENİZ, ÇOCUK PARKI DEĞİL; ZODYAK DA OYUNCAK DEĞİL!
Gerçekten soruyorum: Ne oluyor ya?
Bodrum sahillerinde bu yaz bir çılgınlık yaşanıyor. Sanki her plajın önünde gizli bir çocuk zodyak parkuru kurulmuş gibi… 5 yaşındaki çocuklar bot kullanıyor, anne-baba kenarda gülümseyerek video çekiyor: “Bak nasıl da kullanıyor!” Her hafta talihsiz bot kazaları ardı arkasına gelirken Bodrum koylarında bunların oluyor olması gerçekten akıl alır gibi değil. Bu yılın popüler yaz sporu: “Bak oğlum nasıl da kullanıyor botu!” parkuru. İnsanlar çocuklarına araba kullanmayı boş arazide öğretirdi eskiden, artık deniz üstü boşluklar revaçta. Minik kaptanlar gazı kökledikçe, etrafta “Ayyy şunlar bize çarpıyordu az daha” çığlıkları yükseliyor. Zodyaklar sanki lunaparkta çarpışan araba. Düğmeye basan kaptan, manevra kabiliyetine sıfır güven, direksiyon hakimiyeti kumanda kontrollü Mario Kart. Sonra da “Şurada küçük bir kaza olmuş, neyse ki çocuk iyiymiş” haberleri geliyor. Hayır yani bu kadar aymazlığı kolektif olarak nasıl başardık, inanın çözemedim. Şimdilik ilk görev çağrımız: Sahil Güvenlik göreve! Çünkü deniz, çocuk parkı değil; zodyak da oyuncak değil.
VALELERE NEDEN GÜVENEMİYORUZ!
Evet, Bodrum’da vale hizmetleri gerçekten pahalı olabilir, kimse inkar etmiyor. Ama mesele sadece fiyat değil, çok daha derin… Yaz başında bizim de başımıza gelenlerden öğrendik ki, valeler maalesef sadece yüksek ücretle değil, dikkatsizlikleriyle de can sıkıyorlar. Çarpıyorlar, hatta bazıları işi biraz fazla ciddiye alıp sert davranıyor! Son dönemde duyduğumuz sert vale kazaları tesadüf değil; işin aslı, valelerin çoğu ne yazık ki yeterli eğitimden geçmemiş. Bodrum’da valelere güvenmek neredeyse lüks oldu. Oysa otoparkı seviyorum, çünkü orası düzenli, sistemli. Anahtarımı verip güvenle bırakabildiğim otoparkı ise çok daha çok seviyorum. Bodrum’un keyfini kaçıran bu ‘vale stresi’ne artık bir dur demek şart. Hem cebimizi, hem arabamızı hem de sinirimizi koruyacak çözümler lazım. İşini iyi yapanları ayırdığımızı söylemek isterim ama vale kaza haberlerine bakarsınız bu yaz için ne kadar haklı olduğumu anlayacaksınız.