Toplum olarak etiket yapıştırmaya bayılıyoruz. Son dönemin popüler etiketlerinden biri de “prenses erkekler.” Peki, bu ifade tam olarak neyi anlatıyor? Bir erkeğin nazik, hassas ya da bakımlı olması onu ‘prenses’ yapar mı? Dahası, birine prenses demek onu küçümsemek anlamına mı geliyor. Öncelikle şunu kabul edelim: “Prenses erkek” derken, aslında prenses kavramını aşağılamış oluyoruz. Çünkü buradaki ima, prensesliğin naiflik, kırılganlık, hatta bir tür zayıflıkla eşdeğer tutulması. Oysa tarih boyunca prensesler sadece süslü elbiseler içinde duran figürler olmaktan çok daha fazlasıydı.
ARTIK PRENSLER KIRILGAN
Krallıkları yöneten, savaşlar kazanan, politik entrikalarda ustalaşan güçlü kadınlar da prenses unvanını taşıyordu. Ama günümüzün öğrenilmiş kalıp cümleleriyle prenses, yalnızca narin ve kırılgan bir varlık olarak algılanıyor. Ve işte bu yanlış algıyı, “prenses erkekler” diyerek pekiştiriyoruz.
Bu ifadenin bir diğer sorunu da erkeklik algısına sıkıştırdığı kalıplar. Erkek, güçlü, sert, duygusuz, kaba olmak zorunda mı? Duygularını açıkça dile getiren, kendine özen gösteren, hassasiyet gösteren bir erkek neden küçümsensin? Eğer bir erkeğe “prenses” diyerek onu eleştiriyorsak, aslında erkeklerin de kendi kimliklerini istedikleri gibi yaşama hakkına saygı duymuyoruz demektir.
Belki de asıl sorun, öğrenilmiş kalıplarla düşünmeye devam etmemiz. Birine “prenses erkek” demek, sadece onun değil, aynı zamanda prensesliğin ve hatta toplumsal cinsiyet rollerinin ne kadar dar çerçevelere hapsedildiğinin göstergesi. Belki de artık etiketler yerine insanları oldukları gibi kabul etmeyi denemeliyiz. Çünkü birini tanımlamak için ezberlenmiş kalıp cümleler kullanmak, çoğu zaman düşünmeden konuştuğumuzun en net kanıtı oluyor. Çok trip atan, kırılgan ya da nazik bir erkeğe “kız gibi” demek, kadınlığı zayıflıkla eşdeğer tutmanın en basit yolu.
Oysa mesele trip atmaksa, bunu cinsiyete indirgemek kadar sığ bir yaklaşım olabilir mi? Kaldı ki, birinin duygusal tepkisini eleştirirken neden kadınlığa referans veriyoruz? “Prenses erkek” diye dalga geçerken farkında olmadan kadınları aşağılamaya devam ediyoruz. Belki de problem, erkeklerin değil, toplumsal kalıpların prensesliği ve kadınlığı küçümsemeye devam etmesi.
ARİSTOTELES’İN ALTIN ORTA YOLU
Antik Yunanlılar, matematik ile güzellik ve hakikat arasında güçlü bir bağ olduğuna inanırdı. Onlara göre güzelliğin üç temel ‘bileşeni’ vardı: simetri, oran ve uyum. Peki, bu formülü insan varoluşuna uygulamak mümkün mü? Bazen gökyüzüne bakıp gerçek ve saf sevgiyi hayal ediyorum.
Stresin kaynağı çoğu zaman, insan varoluşunun anlamını tam olarak kavrayamamak ve teknolojinin egemen olduğu dünyada -WhatsApp mesajlarının hüküm sürdüğü bu çağda- tüm işaretleri nasıl yorumlayacağımızı bilememektir. Hayat, akışkan ruhlar gibi gelip geçiyor. Bu akışın içinde kaybolmamak için bulunan reçete aslında basit: kendimizden emin olmak ve ayaklarımızı yere daha sağlam basmak.
Daha fazla gerçekliğe ihtiyacımız var ve bizi dengede tutacak, saygı, onur, kutsal zaman ve bireysel bağımsızlık değerlerini korumamıza yardımcı olacak bir topluluk, bu süreçte en büyük destekçimiz olabilir. Antik Yunanlılara göre güzellik, aşkın bir nesnesiydi ve onu mimari, eğitim ve siyasette taklit edip çoğaltmak gerekiyordu. Onlar için hayatı değerlendirme ölçütü buydu: simetri, oran ve uyum. Hayatı anlamanın anahtarı ise dengeydi. Bir yolculuğa çıktığımda ve sanat eserleri, tapınaklar, dini yapılar gibi muhteşem mimari eserleri seyrederken, insanın içinde hayranlık uyanıyor. Peki, gördüğümüz bu mükemmel simetri, uyum ve oran, neden insanın karakterine de uygulanmasın? Başlangıç noktası, önce kendimiz olmalı.
Aristoteles’in düşünceleri, her şeyde dengeyi bulmak üzerine kuruluydu. Ona göre erdem, iki aşırılık arasında bulunan orta noktadaydı: Cesaret, aşırı gözü karalık ile korkaklık arasındaki dengeydi. Alçakgönüllülük ve kibir arasında bir yerde tevazu vardı. Gizlilik ve gevezelik arasında dürüstlük vardı. Düşüncesizlik ve kararsızlık arasında ise öz denetim bulunuyordu. Hepimizin yaşadığı çağda bir iz bırakması, dünyaya iyilik katması, gezegenimizi koruması ve tarih ile kültürümüzü öğrenmesi gerekiyor.