Çağımızda ergenlik bitmeyen bir süreç. Çünkü ergen olmak kışkırtılan bir durum.
Mesela, “Bir şey bilmeme gerek yok, bu benim fikrim, kabul edeceksin!” şeklinde sakil bir cümle bireysel özgürlük diye yutturulabilmekte. Dijital oyunlar oynayarak kötü beslenmiş bir nesil, hayatı kafasına göre girip çıkacağı bir oyun zannetmekte.
“Delete” tuşuna basınca silinecek bir oyun…
***
Sokak eylemlerinde şiddete baş vuranların oyun kahramanlarının maskesini takmaları, kendilerini ‘oyunbaz bir aksiyonla’ özdeşleştirmeleri o yüzden. Nasıl ki Batı menşeili oyunlarda kötü adamları (ki sakallı olur çoğunlukla) uzaydan gelen yaratıkları (ki bildikleri yaşam tarzına düşmandırlar) bir butona basarak öldürüyorlarsa, siyasi eylemlerde de aynı dopamin salgısıyla davranmaktadırlar…
Onun için şiddete başvurunca hapsi boylamaları tuhaf gelir onlara. Bir oyundaydılar halbuki!
Oyunların ve dolayısıyla sos-medyanın normali olan ‘Mother’lı küfürleri başkalarına etmeleri ve bu yüzden yargılanmaları anlaşılmaz gelmektedir zâtı muhteremlere…
Cumhuriyetin kurucu babası onların nezdinde kutsaldır ama Nutuk’u anlayacak dil bilgisinden mahrumdurlar. İlk cumhuriyet onlar için “Zeusvâri” bir mitolojidir. Mesela “Korkma!” diye paylaşımlar yaparlar da İstiklal Marşı yazarının din konusundaki düşüncelerinden habersizdirler.
***
Her şeyi oyun ideolojisiyle bilmişlerdir. Çünkü oyunları yazanların zihniyeti bu, logaritmaları böyle olduğundan, dinsel kavram ve ritüellerin gereksiz olduğunu öğrenmişlerdir. İlahî kutsalları yoktur ya da kutsalları, bazı totemler veya düşlerinde büyütüp değiştirdikleri lâdini söylentilerdir.
Ondandır, gelmiş geçmiş tüm peygamberleri temsil eden İslam peygamberine mesafe, camilere tam ifade edemedikleri bir irkinti duyarlar. Çünkü içinde yaşadıkları oyunlardaki kutsal mekânlar zinhar cami değildir.
Olsa olsa rock barları andıran tapınaklarda veya kelâmından arındırılmış Zen mekânlarında cehennemî bir müzik eşliğinde çökkün gösteriler yapılır. Onun için geçtiğimiz nümayişlerde camilere giren bazı gençler, “Siz burada ne yapıyorsunuz abi ya?” şeklinde şaşkın sorular sorabilmişlerdir.
***
Gerçi camileri halkın sıcak yaşantısındaki rolünden koparıp bir susma yeri olarak belirleyen ve oradan irfanı, felsefeyi, insanlaşma düşüncesini (tasavvuf) uzaklaştıran tavrın bu yabancılaşmada etken madde olduğu da söylenmelidir. Birkaç yüzyıldır süren bu tavır, “gezgin dervişler” denen halk bilgelerinin bilgi birikimlerinin marjinale itilmesiyle modern kuşakların zihninde İslam bilgeliğini gölgelemiş ve ötelemiştir…
***
Ne var ki bahsi geçen sosyolojiye seküler bile denemez. Çünkü Müslümanları bir tehdit olarak görmeleriyle üstlerine neo faşist, İslamofobik bir kişilik giydirmişler, toplum içinde ironisi yapılan bir “Laikçi” kılığına bürünmüşler, “Nasıl bir laiklik?” sorusu üstüne düşünmeyi de reddetmişlerdir.
Seküler olmak bilindiği gibi böyle bir şey değildir. Böylesine bir garez seküler toplumun alâmetifarikası olan İngiltere’de bile sanırım nadir görülmektedir.
***
Oyunlarla yetişen ve bugün aramızda yaşlıları da dolaşan bu insanlar Kemalist söylemin yaratmak istediği balo zâbitleri de olamamışlar, yalnızca bunun sloganını atarak ve irrasyonel bir havzaya kapanarak geriye gitmişlerdir.
Böyledir, yolunu kaybeden bazen böyle geriye gider…
Hz. Âdem öncesi bir bilgisizliğe ve fetişlere sahiptirler desek abartmış olmayız. Tam da bu anlamda ilk insanıkâmilin zuhur etmesiyle dil yeteneğine kavuşan insansıların, “insan” hâline gelme hadisesinin öncesine dönme eğilimindedirler.
Çünkü Hanif fikriyat yani tek tanrı fikri insanlık tarihinde bir devrimdir. Ve insanı halife, elçi olarak tanımlamasıyla boyutlar arası bir sıçramayı imler. Son peygamberin bize aktarıp gösterdiği gibi sürekli değişen bir dünyada, üstümüze yağıp duran hikmetlerle bilge bir mimar gibi hayatı tasarlayabilecek olan o biricik mahlûkata, tabiidir ki insana doğru konuşur…
Ona, yaratıcı bir sanatçı ve bilimsel bir kâşif olmayı sağlayan bir özgürlük hediye eder.
Bu özgürlük daima kutsal sözden gelir ve erdemin yolunu izler. Maymunsu bir çıplaklığı özgürlük diye kutsallaştıran röntgenci ‘özgürlükten’ farkı oradadır.
***
Bittabi oyun, insanlık tarihi kadar eskidir. Çocuklar oyun oynayarak duygusal, sosyal ve zihinsel olarak gelişir. Oyunların sinir hücreleri arasındaki örüntünün gelişmesini belirlediği görülmüştür. Dijital çağ büyük bir oyun sektörüyle başlamış, nesiller ne yazık ki bu oyunları oynayarak beyinlerini yakmışlardır.
Biz, tarihi dizilerde yaptığımız kılıç-kalkan gösterisi yerine tarihimizin derin felsefi köklerini hatırlatmak, ilim ve irfanımızı bugüne getirerek, körelten değil kafa çalıştıran oyunlar üretmek bahsinde epeyce geç kaldık…
Medeniyetle medeniyetsizlik arasındaki savaşın aynı zamanda bir “Oyunlar” savaşı olduğunu hatırlamalıyız…