Özgür olmak kolay mı? Özgür düşünmek mümkün mü şu kargaşada?
Modern kapitalist gösteri her gün bize haykırıyor; yarışa katıl, kazan, durursan düşesin!
Biz de haldır haldır koşturuyoruz. Kendimizi yırtıyoruz. Yok, ülkelerden bahsetmiyorum bizden bahsediyorum, biz ölümlü insanlardan.
Rezidanslarda oturmak, süpersonik arabalara binmek, şık tasarımları giyinmek, dünyayı gezmek, banka hesaplarımızı şişirmek için deliriyoruz. Tabii ölümü yenmek için yaptıklarımız da cabası…
Kemalistler ile muhafazakâr olarak tanımlananlar arasında bu noktada bir fark yok. Herkesin dini-inancı farklı ama Altın Buzağı herkesin düşlerinde yatan pagan tanrı. Altın fiyatlarıyla yatılıyor, altın fiyatlarıyla kalkılıyor.
İnsan sevdiğiyle haşroluyor…
***
İnsanın aslında kim olduğu ayrıntılarda saklı. Sosyal maskeleri artık kimse yemiyor. Ne primitif sol sloganların ne de kuru dini söylemlerin bir geçerliliği yok. Millet ardındaki gerçeğe, asıl olana, esas kişiliğe bakıyor.
Amel yani… Yapıp ettiklerin. İçtenliğin.
“Bana kutsal kitaptan, oradan buradan alıntı yapma. Sadede gel, çıkış nerede? Dedikoduyu, kılükâli bırak, hâlinle göster.”
Diye sesleniyor itirazı olan zeki insanlar. Hiç de az değiller üstelik.
İstanbul‘un dâhiyane sokak lisanıyla konuşursak şöyle: Tıraşı bırak, hayata bak…
Ne yapıyorsun ne ediyorsun, özlemlerin ne, neyi çok seviyorsun? Rüyana bir fakir gelince yatağın altına saklanıyor musun? Nedir yani?
***
İyi de rakibimiz kim?
Rakibimiz gösteri peygamberleri işte! Bir simülasyona çekiştiriyorlar bizi. İçimizde biri sürekli konuşuyor. Herkesi geç, yırt, parçala. Sürekli konuşan, bizi esir alan ‘Gösteri’nin kendisi. Telefon dolandırıcıları gibi, telefonu sakın kapatma, benden gözünü ayırma, yoksa bitersin, diye tehdit ediyorlar.
Vır vır, laf ebesi bir yapay zekâ
Yapay zekâ mı dedim, o logaritmaları arkada kim üretiyorsa onlardan bahsedecektim. Arkadaki o zibidi olduklarını bilmeyen zibidiler de kurulu sistem denen ideolojinin dijital köleleri. Kurtuluş yok yani. Ne kadar dibine, künhüne varsanız fark etmez, yanılgıdan ve yeniden üretilmiş sahte gerçeklikten kurtulamazsınız.
Bir Matriks bu. Mükemmel bir görüntü. Bir hipnoz. Kimsenin bundan bir kurtuluşu yok. Patates kızartan da bunun içinde, plazada şarap bilgisiyle hava atan da.
Göster, herkese göster.
Reklamlar, filmler, magazinlerdeki şık yaşam pornografisi, sos-medyalardaki şiş dudaklı figürler “göster” diye şakıyor…
Daha iyi olmak için şunu ye bunu ye, oraya git buraya git, bütün bunlar için Altın Buzağıya adak ada, önünde diz çök diyen bir gürültünün mahkumuyuz.
***
Şunu söylemeliyim “din nedir” meselesini de yeniden konuşmalıyız. Ne kadarını anladık ne kadarına cahiliz, nerede yanıldık? Evliyalarla aramız nasıl? Hallacı Mansur denince abdestiniz bozulur mu, Yunus Emre ile namaz kılınır mı? Somuncu Baba ile hangi kıyıda oturduk da bir türkü tutturduk? Geylânî dedemizle irtibatımız ne âlemde?
Ya da tam tersini sorayım, Marks bize ne anlatır, Avrupa sosyalizminin gösteri toplumuna bakışı nedir? Muhiddin Baba’ya (Arabî) bakmış ama eksik anlamış post modernler, Derrida ne diyor, ya Baudrillard? Nereden eleştiriyor, uyarıyorlar bizi bu yeni kapitalist tsunami konusunda, biliyor muyuz?
Varsa yoksa sloganlar, TV bağırganları, bilinmesinci aydın sinizmi, lafazan ezberler çağı.
***
Eski Osmanlı topraklarında bir savaş var. Amerikan imparatorluğunun sopası İsrail adında bir akrep yakıp yıkıyor, mânen bizim olan coğrafyayı. Her renkten Müslüman bireyler yitip gidiyor. Çocuklar kadınlar. Ülkeler ateş altında. Sadece silahlarımızı yaparak ve güçlendirerek çıkabilir miyiz bu cehennemden?
Soru bu…
Mezhepleri din bilmiş tutucu softalarla, birbirinin kanına susamış (külahımıza anlatsınlar) birörnek yönetimlerle direnilebilir mi şu kahrolası tahakküme?
Elimizdeki kâinat kitabının sözünü, son peygamberi bile tapulu malı sanan hırs küpü bağnazlarla nereye kadar?
Nereye kadar determinist aklı evvellerin lafza tapan dini-dar pozitivizmleriyle?
Sorular bitmez. Akıl, soru sorandır.
“Olanda hikmet vardır” sözü tam da burada hatırlanıp üstüne yatılıp düşünülmemeli mi?
***
Beni soracak olursanız, ben de bu dijital ideolojik yaygaranın tam içindeyim. Sos-medya paylaşımlarımla, genel akışa uygun şeylerimle, internetten yaptığım ve kazıklandığım alışverişlerle, beynimin kılcal damarlarına sinen rezil bir propagandayla haşır neşirim. Altın Buzağı bana da musallat. Bana da soruyorlar bazen (kaç paralık adamsın demiyorlar da) kaç para kazanıyorsun, bir romanın kaç lira etti diye.
Şöyle cevap veriyorum; elhamdülillah kimseye muhtaç değilim, bu gösteride ne kadar olunabilirse o kadar ıtlâkım, özgürüm.
Yarış çok uzun zamandır bitti benim için. Bedelini de ödedim, diyorum.
Diyorum da…
İnşallah öyledir diye tazeleyici bir şüphe, daima var içimde…
Meraklısına:
TLK (talâk)kökünden gelen mutlak; kayıt ve şarttan bağımsız. Iṭlâḳ; bağsız, serbest, salıverilmiş