Aden Körfezi ve Afrika Boynuzu’nda son dönemdeki güvenlik gelişmeleri, el-Şebab, Somali’deki DEAŞ (ISSP) ve Yemen’deki Husiler arasında yeni bir iş birliği mi gelişiyor söylentisini gündeme taşıdı. Bu üç grup, ideolojik olarak farklı kutuplarda yer alsa da ortak öteki üzerinden iş birliği geliştirme potansiyeline sahip. Nitekim bölgedeki bu üç grup, ABD ve İsrail’i ortak düşman olarak gördüğüne ve “yasadışı ekonomilere” dayanan pragmatik ilişkiler kurduğuna dikkat çekiyor. Yani ideolojiler uyuşmasa da çıkarları örtüştüğü sürece geçici iş birlikleri yapılabiliyor. Kısacası bu üç grubun yakınlaşmasını besleyen unsur, hepsinin ortak düşman tanımları olması. Dolayısıyla sahada “düşmanın düşmanı dosttur” mantığı geçerli.
Husiler, El-Şebab ve DEAŞ-Somali’nin Kesişen Yolları
Husiler, el-Şebab ve ISSP için en değerli ortak çıkarların başında silah temini geliyor. Nitekim Yemen, Afrika Boynuzuna açılan deniz yolları üzerindeki stratejik konumu sayesinde İran menşeli silahların kaçakçı ağları için kritik bir merkez haline geldi. 2015’ten bu yana İran’dan yola çıkan birkaç küçük tekne, Kenya veya Tanzanya sularına girip yeniden yönlendirilerek Somali limanlarına ulaşmıştı. Bu kapsamda binlerce AK-47, tanksavar füze ve tonlarca cephane ele geçirildi. Birleşmiş Milletler (BM) raporlarına göre, Husiler ve el-Şebab arasında silah takası yapıldığı somut örneklerle belgelenmiş durumda. Aynı şekilde, Husi kontrolündeki bölgelerde ele geçirilen silahların tıpkı el-Şebab’ın kullanımıyla örtüştüğünü ortaya koyuluyor. Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud da Husiler ile el-Şebab’ın “silah ve eğitim alışverişi yaptığı”nı teyit etmişti. Örneğin Ağustos 2024’te bir kamyonet içinde Bosaso‘ya kaçırılan beş adet insansız saldırı uçağı, doğrudan Yemen üzerinden el-Şebab ve ISSP’ye gönderilmek üzereydi. Bu örnekler, sahada fiili bir silah ortaklığı işaret ediyor. Dahası, Husilerin savunma mühendisleri Etiyopya sınırındaki el-Şebab kamplarına drone geliştirme, kısa menzilli füze üretme gibi teknik eğitimler vermeye başladığı bildirildi.
Güney ve Doğu Afrika’nın bu kıyılarında sadece silah değil, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı da yaygın. Somali kıyıları, en uzun Afrika kıyısı olmasına rağmen halihazırda güçlenmekte olan deniz denetimi nedeniyle silah kaçakçılığı ve uyuşturucu ticareti için de kullanılmaya çalışılıyor. Benzer şekilde, 2023’te Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre 96 bin 670 kişi, Somali’nin Bari bölgesi gibi yerlerden yola çıkarak organize insan kaçakçılığı şebekeleri sayesinde Yemen’e ulaştı. Kaçakçılığın bu deniz yolları üzerinden sürdürülmesi, el-Şebab ve ISSP’nin finansmanını arttırırken, aynı zamanda Husiler’in Arap Yarımadası’nda stratejik hamlelerini destekliyor.
İran, Yemen’deki Husiler’in en önemli destekçisi olarak biliniyor. Husiler’in balistik füze ve insansız hava aracı yetenekleri çoğunlukla İran teknolojisiyle gelişiyor. Son olarak Rus haber ajansı RIA Novosti, Husiler’in Mach 8’e ulaşan hipersonik füze denediğini ve bunun İran yapımı Qheibar Shekan füzesine benzediğini bildirdi. Bunun ötesinde İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü, zaten el-Şebab ile Somali’de uzun zamandır ilişkilendiriliyor. Örneğin 2017’de İran’ın, el-Şebab’a yasa dışı yollarla kalker ihracatı fırsatı tanıdığı ve gruba finansman sağladığı iddia edilmişti. Hatta el-Şebab’ın liderlerinden birinin defalarca İran limanları aracılığıyla para elde etmesine izin verildiği ABD belgeleriyle ortaya konmuştu. Bu bağlar, İran’ın küresel ambargoyu aşmaya çalışan silah kaçakçılık ağlarını kullanarak vekillerine destek sağlama stratejisiyle tutarlı görünüyor.
Kızıldeniz Alarm Veriyor!
İsrail cephesinde ise Kızıldeniz ve Babülmendep stratejik öncelik kazandı. Reuters’a göre İsrail, gaz kaynaklarının kapanması halinde dış enerji arzını korumak için Eilat’taki doğu limanına gelen tanker sayısını artırmayı planlıyor. Bu, Abu Dabi, Umman ve Lübnan gibi çatışmalı ortamlarda yaşanan gerginliklerde limanı alternatif enerji köprüsü olarak kullanma çabası. Dahası, İsrail medyası bölgedeki askeri-istihbari varlıklarını da gündeme getiriyor. İsrail’in Eritre’de dinleme tesisinin bulunduğu, Husiler’in faaliyetlerini izlemek için Puntland’a radar yerleştirdiği ve uydu istihbaratı topladığı yönünde iddialar var. Buna karşılık İran’ın Afrika Boynuzu üzerinden nüfuzunu artırdığı vurgulanıyor.
Bu üç hareketin olası iş birlikleri, uluslararası güvenlik ve ticaret yolları açısından alarm verici. Kaldı ki, son iki gündür İsrail’in İran’ı hedef almasıyla birlikte Orta Doğu dışında yer alan aktif çatışma alanları olan Ukrayna, Suriye ve Afrika Boynuzu bölgelerin de ısınması beklenebilir. Kızıldeniz, Süveyş Kanalı’na açılan ana arter olarak dünya enerji nakliyesinin kalbi konumunda. Husiler, El-Şebab ve ISSP arasındaki ilişkilerin, bölge güvenliğini zayıflatıp yeni “istikrarsızlık sahaları” oluşturabilmesi muhtemel. Gerçekten de BM ve sahadaki veriler ortak lojistik koridorlarının, havadan gözetim kanallarının nasıl paylaşıldığını gösteriyor. Bu durum, korsanlık ve silah ticaretini kolaylaştırarak deniz yollarını daha riskli hale getiriyor. Örneğin Somali açıklarında korsanlık hız kazanır, deniz trafiğine yönelik saldırılar artarsa, uluslararası ticaret trafiğinin yeniden yönlendirilmesi gerekebilir. Bu da nakliyat maliyetlerini yükseltip enerji piyasalarında dalgalanmalara neden olacaktır.
Sonuç olarak bu duruma karşı çözümün tekil askeri operasyonlardan ziyade çok boyutlu iş birliğinde olduğu net olarak ifade edilmeli. Bölgesel aktörlerin liderliğinde IGAD’ın (Hükümetler Arası Kalkınma Otoritesi) Kızıldeniz ve Aden görev gücü gibi deniz güvenliği teşkilatları güçlendirilmeli. Bölge ülkeleri, korsanlık ve kaçakçılıkla mücadeleyi kapsayan ortak devriyeler düzenlemeli, radar ve uydu takibiyle istihbarat paylaşımını artırmalı. Uluslararası toplum açısından ise; Afrika Birliği, BM, NATO ve AB gibi kuruluşlar arasında koordinasyonun arttırılması oldukça önemli.
Bu kapsamlı adımlar ancak uluslararası dayanışmayla etkili olabilir. Afrika Boynuzu ve Kızıldeniz havzasında barışın koruma altına alınması, bölgesel ülkelerin öncülüğünde, küresel güvenlik aktörlerinin desteğiyle mümkün olacaktır. Aksi takdirde, bu “beklenmedik” görünen ittifak ya da ilişkilenme, dünyanın en yoğun deniz ticaret yollarını dahi tehlikeye atabilir. Ancak güçlü iş birliği ve koordinasyonla, Ortadoğu ve Aden Körfezi ekseninde yeni bir tehdit zinciri oluşturmaya çalışan bu ağ etkisizleştirilebilir. Dolayısıyla bölge ülkeleri ve büyük güçler başta olmak üzere uluslararası toplumun bu önceliği merkeze alarak ortak stratejiler belirlemesi büyük önem taşıyor.