Kalıplarını yıkarsan efsane olursun – İLKER GEZİCİ

Kalıplarını yıkarsan efsane olursun – İLKER GEZİCİ
A+
A-


Bob Dylan… Amerika’nın savaş karşıtı gençliğinin sesi… 60’ların başında siyasi protestoların birbirini izlediği yıllarda bir kuşağın sesi oldu. Protest bir şarkıcı olarak yola çıkmadı ama yaptığı gözlemleri şarkılara döktü. Başkalarının söylemek isteyip de söylemediğini açıkça dile getirebildiği için çok sevildi. Amerika’nın ortak bilincine hitap ettiğine inanılan bir sanatçıydı. Folk müzik festivallerinin aranan yıldızıydı. Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde müzik tarzını değiştirip, elektrik gitarla müzik yapmaya başladığında folk müziğe ihanetle suçlandı. 1966’da Manchester konserinde kendisine hain diye bağıranlara sahneden ‘sana inanmıyorum, sen bir yalancısın’ diyerek yoluna devam etti. 11 Grammy, Altın Küre ve Oscar ödülü aldı. 30’dan fazla albüm ve dillere pelesenk olmuş onlarca şarkısı ve tevazu sahibi olması onu ölümsüz kıldı. 2016’da Nobel Vakfı tarafından 2016 Nobel Edebiyat Ödülü‘ne layık görüldü ama almaya gitmedi. Hem Oscar’ı hem de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmış olan iki yazardan biri olarak çağımızın en önemli sanatçıları arasında gösterilmeye devam ediyor.

Bugün 83 yaşında olan Dylan’ın 19 yaşında gitarıyla çıktığı müzik yolculuğunda efsaneye dönüşme hikâyesi beyazperdedeki yerini aldı. James Mangold‘un yönettiği Bob Dylan: Tam Bir Bilinmez isimli film En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Erkek Oyuncu” dâhil tam 8 dalda Oscar’a aday gösterildi. Filmde Bob Dylan’ı Timothée Chalamet canlandırıyor. Yakın zaman önce Dune Çöl Gezegeni filminde boy gösteren oyuncu, bu filmdeki perfromansıyla Oscar’ın en güçlü adayı olarak görülüyor. Chamalet, özellikle Dylan’ın kariyerinin başındaki o kaygısız, uyuşuk, içine sinik halini çok iyi yansıtmış. Filmin ikinci yarısında şöhret olduktan sonraki yıldız kimliğine dönüşümü de kusursuz. Filmdeki tüm Dylan şarkılarını kendi seslendirmiş olması da büyük bir artı… Yaklaşık iki buçuk saat süren filmde ayrıca Edward Norton (Pete Seeger), Elle Fanning (Sylvie Russo), Monica Barbaro (Joan Baez), Boyd Holbrook (Johnny Cash) ve Scoot Mc- Nairy (Woody Guthrie) rol alıyor.

Film, Elijah Wald’un 2015 tarihli Dylan Goes Electric! isimli kitabına dayanıyor ve Dylan’ın geleneksel halk müziğini reddedip rock ve blues esintili elektrik gitarları tercih etmesini, filmin merkezi teması haline getiriyor. Ölmekte olan idolü Woody Guthrie’yi hastanede ziyaretiyle başlayan film bir müzik dehasının şarkılarıyla kitleleri nasıl etkilediğine değinirken, Amerika ile Sovyetler arasındaki soğuk savaş ve ırkçılık gibi dönemin siyasi ruhunu da yansıtmayı başarıyor.

Dylan’ın müzikal kariyeriyle, onu koşulsuz şartsız hep seven ve kıskanan Sylvei ile kendisinden önce tanınan içten içe kıskandığı Joan Baez ile git gelli ilişkisi de dengeli işlenmiş. Baez’le girdiği tatlı rekabete, kısa sürede ondan daha ünlü olması filmin keyifli yanları. Baez’e verdiği kendisine şöhreti getiren Blowing In The Wind şarkısını ‘ömrümün sonuna kadar söylemek istemiyorum, herkes benden başkası olmamı istiyor’ diyerek, kendi istediği müziği yapma cesareti gösteren Dylan, bu kararlı duruşu sayesinde halen adını saygıyla andığımız bir stara dönüştü. Hayranı olun veya olmayın müzik tarihinin önemli dönüm noktalarından birine değinen film, hem sinemaeverler için hem müzikseverler için keyifli bir seyirlik vaat ediyor.


Aşk beklemeyi sevmez iyileştirir

Atv’de yayınlandığı dönemde Kardeşlerim dizisiyle yıldızı parlayan Bilal Yiğit Koçak, başrolünde yer aldığı ilk sinema filmiyle adından bahsettiriyor. Burcu Yılmaz’ın aynı adlı kitabından uyarlanan, Gizem Kızıl’ın yönetmenliğini üstlendiği Bir Ömrün Sonbaharı isimli filmde yakışıklı oyuncuya genç kuşağın başarılı isimlerinden Eylül Tumbar eşlik ediyor. Güzel oyuncu filmde Zeynep karakterine, Koçak ise Can karakterine hayat veriyor. Küçük yaşta babasını kaybeden Zeynep, bu ölümden kendisini sorumlu tutar. Çocukluk travmaları yüzünden uzun yıllar yüzü gülmez içine kapanık yaşar suskun kalır. Kitaplara özellikle de şiirlere sığınır. Bir şiir etkinliğinde Can ile tanışması hayatını değiştirir.

Hayata, aşka, sevmeye ve sevilmeye küskün kız, Can sayesinde yeniden hayatla barışmıştır. Travmalarından uzaklaşmayı başarır. Zor da olsa Zeynep’i aşkına ikna eden Can, daha sonra amansız bir hastalığa yakalanır. Bu kötü durumu Zeynep’ten saklamaya çalışır. Ancak kendisine soğuk davranan hatta ayrılmayı isteyen Can’ın arkadaşlarından gerçeği öğrenir Zeynep. Amerika’da yüksek lisans hakkı kazanmışken aşkı için kariyerinden vazgeçer ve Can’ın iyileşme sürecinde onun yanında olur. Aşkın iyileştirici gücüne tanık olduğumuz bu süreçte acaba Can, eski mutlu günlerine dönebilecek midir? Film klişe konusuna rağmen, son dönemin yıldız oyuncularının performansıyla sıkılmadan izlenebiliyor. Nitekim Koçak ve Tumbar’ın iyi uyum yakaladığını, perdeye yakıştıklarını söyleyebilirim. Yine de biraz daha gerçekçi olması bakımından keşke Can’ın 6 aylık hastalığı sürecinde giderek daha kötü hale geldiğini görebilseydik. Zayıfladığını saçlarının döküldüğünü bitkin, halsiz ve solgun dönemleri yeterince vurgulanamamış gibi geldi bana. Yine de içinde şiir geçmesi ve kitap tavsiyelerinin yapılması açısından da takdiri kazanıyor film. ‘Hayat keşkeklerinizi iyikilerinize çeviremeyecek kadar kısa.’, ‘Aşk beklemeyi sevmez’ gibi aşka ve hayata dair güzel sözler de akıllarda kalıyor…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.