Bir derdim var. Cinsiyetçilik değil. Kadınlar çanta takıyor, erkekler takamıyor gibi bir meselem yok. Taksınlar. Hatta isterlerse portföy taşısınlar, isterlerse kroşe örgü clutch… Canları ne isterlerse! Ama mesele başka. Mesele şu, erkekler çanta takmaya başladıktan sonra olanlar oldu. Çünkü çanta takıyorlar ve sürekli unutuyorlar. Bir bakıyorsunuz beach’te şezlongda kalmış, bir bakıyorsunuz restoranın koltuğunda en çok da buggy bekleme alanlarında. E tabii ki bir ‘insanlık görevi’ olarak içini açıp sahibine ulaşmaya çalışıyorsunuz ve o da ne? Şaka gibi ama içinden silah çıkıyor. Hayırdır? Çanta mı, cephane çuvalı mı?
Bir çantaya bu kadar şey nasıl sığar demeyin. Sığıyor. Özellikle çapraz asılan, göğüste gezdirilen, vücuda yapışık o ‘şişkin’ çantalara dikkat. Çünkü orada bazen güneş gözlüğü değil, güneş gibi parlayan tabancalar yatıyor. Ve hiçbir mekanın kapısında, hiçbir beach club‘ın girişinde, hiçbir restoranın resepsiyonunda bu çantalara kimse bakmıyor. Soru şu: Biz kadınlar yıllarca çantamızdan parfüm çıkarttık, güneş kremi çıkarttık, ruj çıkarttık ama silah? O kadarını yapamadık.
Bir de üzerine unutmadık. Bodrum‘da, Çeşme‘de yaz geceleri patlayan silah seslerinin kaynağını arıyorsanız, belki de artık çantaları aramak lazım. Yani anlayacağınız, erkek çantası artık sadece marka değil; aynı zamanda risk faktörü. Ve evet, bu çantalar kadınlarınki kadar pahalı. Şimdi ne yapacağız? Çantalı erkeklere bakıp marka tahmini mi yapacağız, yoksa omzunun duruşundan silah olup olmadığını mı çıkaracağız? Şaşkınız. Biraz da korkuyoruz. O yüzden tekrar ediyorum: Bizim çantamız bitti, sıra sizde beyler. Bir daha çanta bulursam asla açmam ama bu da bana şahane bir ders.
KARTON MASKELERİN YERİNİ BUZLAR ALDI
Doğum günü için arkadaşınıza özel buz yaptırdınız mı hiç? Şöyle düşünün, o gece tüm içeceklerdeki buzlar arkadaşınızın suratı. Gülüşü yavaşça eriyor, bardağın içinde kayboluyor. Sürpriz mi? Evet. Bence herkesin suratına taktığı karton maskelerden daha iyi. Son yıllarda birçok marka da gıda üzerinden deneyim yaratmak istiyor. Lüks markaların buz kalıplarına kendi logolarını bastırması yeni değil. Şimdi bu kalıplar, davetlerde kullanılan içeceklerin içinde sessizce eriyerek markayı hafızalara kazıyor. Ve ilginçtir, bu kişiselleştirme sadece markalara özgü değil. Artık bireysel tüketici de kendi ‘soğuk imzasını’ atmak istiyor. Doğum gününde arkadaşına yüzüyle buz yaptıran insan, aslında kendi markasını yaratıyor.
O buz kalıbı, “Bu gece bana ait” demenin yeni yolu. Bu yazın en moda şeylerinden bir diğeri de dondurma. Ama sadece yemek için değil. Kimi zaman koleksiyon lansmanında bir dondurma arabası eşliğinde sunuluyor, kimi zaman da rengarenk külahlarla süslenmiş vitrinler bir moda markasının vitrini haline geliyor. Moda artık sadece ‘giyilebilir’ değil. Yenilebilir. Çünkü insanlar sadece güzel giyinmek değil, güzel paylaşmak da istiyor. Ve ne yalan söyleyelim, eriyen dondurmaların, parlak glazelerin, yavaş yavaş akan şurupların verdiği o görsel tatmin, Instagram çağında altın değerinde.
BU YARIŞMALAR İNSAN ZEKASIYLA DALGA GEÇİYOR
İstanbul… Medeniyetlerin beşiği, kültürlerin kesişim noktası, dünyanın dört bir yanından sanatçılara, bilim insanlarına, düşünürlere ev sahipliği yapmış bir şehir. Ve şimdi, bu kadim şehrin sokaklarında yepyeni bir entelektüel atılım: Ellerini Kullanamadan En Hızlı Karpuz Yeme yarışması. Yanında da puro müsabakası… Hız çağında yavaşlık mottosu da var ama, keşke bunun örneği olarak yanan bir tütün silindirini ciğerlerimize daha uzun sürede çekmek olmasaydı. Ve bu etkinlikler festival adı altında pazarlanıyor. Sahneye bakıyorsunuz, ‘Kültürel etkinlik’ etiketiyle, koca bir kitle alkış tutuyor. Kameralar çekimde, influencer’lar story peşinde. Ortada tek bir bilimsel, sanatsal ya da insani katkı yok, ama eğlence var mı? Elbette! Çünkü 21. yüzyıl, ‘düşünme zahmetine girmeden gülmek’ çağı. Aslında tüm bunlar bize şunu söylüyor: İnsan zekası, kendisiyle alay etmeyi çoktan aşmış; artık kendi kendini pazarlayan bir sirk numarasına dönüşmüş durumda. Ve belki de en trajik olanı, bunu izleyen kalabalığın gerçekten eğlendiğini sanması.