Yolsuzlukla Mücadele Ve Uluslararası Normlara Uyum İkileminde CHP

Yolsuzlukla Mücadele Ve Uluslararası Normlara Uyum İkileminde CHP
A+
A-


Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), köklü bir geçmişe ve kurucu bir misyona sahip olmakla birlikte, günümüzde hem yerel yönetim uygulamaları hem de genel başkanlık düzeyindeki siyasi söylemleri açısından ciddi bir meşruiyet sınavı vermektedir. CHP Genel Başkanı Özgür Özel‘in hukukun üstünlüğü ilkesine yönelik söylem ve tavırları, CHP’li belediyelerdeki yolsuzluk iddiaları karşısındaki yaklaşımı ve sosyal demokrasinin uluslararası normlarıyla olan uyumsuzluğu iyice gün yüzüne çıkmaktadır.

Özgür Özel’in son dönemde yaptığı açıklamalar, miting konuşmaları, hukuk devleti prensipleri açısından ciddi endişelere neden olmaktadır. Özellikle yargı kararlarını ve denetim kurumlarının raporlarını itibarsızlaştırmaya yönelik tutumu ve siyasi sorumluluğu yargısal denetimin önünde bir “meşruiyet kalkanı” gibi konumlandırması, kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeleyen bir duruş sergilemektedir. Bu bağlamda, hukuk devletinin temel dayanağı olan “hukuk önünde eşitlik” prensibi, siyasi mülahazalarla ötelenmekte ya da keyfi biçimde yeniden yorumlanmaktadır.Bu yaklaşım, Anayasa Mahkemesi, Sayıştay ve idari yargı kararlarını dikkate almayan yerel yönetim pratikleriyle birleştiğinde, CHP’nin kurumsal kimliği ve tarihi ile uyumlu bir “fiilî dokunulmazlık rejimi” algısı pekişmektedir. Keza, hukukun araçsallaştırıldığı bu durum, muhalefet partilerinin iktidarı eleştirirken dayandıkları zemini zedelemektedir.

CHP’li belediyelere yönelik yolsuzluk, kamu kaynağının kişisel çıkarlara tahsisi ve liyakatsizlik iddiaları kamuoyunda yoğun biçimde tartışılmakta, soruşturmalar yürütülmekte, yargısal süreçler işlemektedir. Ancak Özgür Özel’in bu iddialar karşısında izlediği siyasal çizgi, kurumsal temizlenme ve hesap verilebilirlikten ziyade savunmacı bir refleksi yansıtmaktadır. Yolsuzluk karşıtı küresel normlar, yönetişim ilkeleri ve kamu etiği açısından bakıldığında, bir siyasi partinin kendi iç denetim mekanizmalarını etkin biçimde işletmesi, ulusal ve uluslararası güvenilirliğini artıran bir unsur olarak değerlendirilir. Oysa CHP yönetimi, bu süreçleri işletmek yerine, konuyu “iktidar operasyonu” retoriği ile siyasallaştırarak toplumda adalet talebini karşılıksız bırakmaktadır. Bu tavır, yalnızca parti içi etik rejimi zedelemekle kalmamakta, aynı zamanda yerelde vatandaşların haklarının korunmasını da engellemektedir.

CHP, Sosyalist Enternasyonal‘in ve Avrupa sosyal demokrasisinin bir parçası olduğunu iddia etmekte, ancak bu uluslararası normların gereklerini pratikte göz ardı etmektedir. Sosyalist Enternasyonal’in temel ilkeleri arasında; hukukun üstünlüğü, şeffaf yönetim, yolsuzlukla mücadele ve hesap verebilirlik yer alır. Bu ilkeler, siyasi partilerin yalnızca muhalefette değil, yerel düzeyde iktidarda olduklarında da uygulamaları beklenen etik normlardır.

Özgür Özel yönetimindeki CHP’nin bu normlara ilgisizliği, partiyi yalnızca ulusal kamuoyu nezdinde değil, uluslararası platformlarda da inandırıcılık sorunu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Özellikle büyükşehirlerde kamu ihalelerine dönük usulsüzlük iddialarının denetim raporlarına, yargısal süreçlere konu olması, sosyal demokrat normlardan kopuşun somut bir göstergesidir.

Özgür Özel’in söylemleri ve stratejik yönelimi, sıklıkla günübirlik medya tepkilerine odaklı, popülist bir muhalefet çizgisine kaymaktadır. Bu durum, CHP’nin uzun vadeli devlet ve toplum vizyonu üretme kapasitesini törpülemekte ve parti tabanında da stratejik belirsizlik yaratmaktadır. Yolsuzluk iddialarının üstünün örtülmesi, kamu vicdanında “kendi içinde hesap sormayan, kamuoyu nezdinde hesap vermekten kaçan bir muhalefet” imajını güçlendirmekte ve seçmen desteğinin orta vadede erimesine neden olmaktadır.

Özgür Özel’in liderliğinde CHP, hem ulusal hukuk düzeni hem de uluslararası sosyal demokrat normlar bağlamında ciddi bir meşruiyet açığıyla karşı karşıyadır. Hukukun üstünlüğü ilkesine yeterince riayet etmeyen, yolsuzluk iddialarına karşı yapısal tepki üretmeyen ve etik denetimi bir araç olarak görmeyen bir muhalefet, iktidar alternatifi olmaktan ziyade, yolsuzluk ve yozlaşmanın kaynağı olarak algılanmaya başlar.

Cumhuriyet Halk Partisi, son yıllarda yaşadığı kurumsal sarsıntılardan yalnızca bir “muhalefet başarısızlığı” değil, aynı zamanda bir parti içi rejim krizi olarak etkilenmektedir. İktidar alternatifi olma iddiası taşırken, parti içindeki klik mücadeleleri, etik dışı bağlantılar ve güç merkezlerinin kayması partiyi adeta kendi içinde çözülen bir organizmaya çevirmiştir. Bu çözülmenin merkezinde ise Ekrem İmamoğlu ve etrafında oluşan yeni kliklerin oluşturduğu “iktidar simülasyonu” ile Kemal Kılıçdaroğlu döneminde kurulan denge arayışının çatışması yer almaktadır. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) etrafında şekillenen yolsuzluk iddiaları, CHP’nin iç yönetiminde hem ideolojik hem de ahlaki bir kırılmaya yol açmıştır.

İmamoğlu yönetimindeki İBB’ye yönelik açılan soruşturmalar ve tutuklamalar doğrudan yargı süreçlerine konu olmuş, bazı üst düzey yöneticiler tutuklanmış ve birçok ihalede usulsüzlük tespit edilmiştir. Bu gelişmelerin siyasallaştırılma ihtimali bir yana, CHP içinde İmamoğlu’nun etki alanı ve Özel’in yönetim tarzı üzerinden ciddi rahatsızlıklar doğmuştur.

İddiaların başlıca etkilerini şöyle sıralayabiliriz, parti yönetiminin etik meşruiyetinde ciddi aşınma, İmamoğlu’na yakın kişilerin”rant aktarıcıları” olarak görülmeye başlaması, İBB kaynaklarının parti içi seçimlerde “lobici” biçimde kullanılması (örneğin kurultay delegelerinin finanse edilmesi), Kılıçdaroğlu’nun zamanında “yumuşak denge” politikası ile bu yapıya göz yumulması… Bu gelişmeler, özellikle genç kadrolar, sosyal demokrat taban ve taşra teşkilatlarında “CHP, yolsuzluk sarmalına girdi” düşüncesini doğurmuş ve parti içi meşruiyeti aşındırmıştır. Partinin acil şekilde şeffaflık, hesap verebilirlik ve ihalelerle ilişkili net bir etik kod oluşturması gerekiyor. Yerel yönetimlere dair denetim mekanizması yalnızca Sayıştay ve yargı değil, parti içi etik komisyon gibi otonom yapılara bağlanmalı.

İmamoğlu merkezli klikler yerine, gerçekten partiye sadık, temiz siyaset yapma iddiasında olan ve teşkilatlara gömülü kadroların yükselişi sağlanmalıdır. Burada liderlik yalnızca bir isim değil, bir temsil biçimi haline gelmelidir. Örneğin bir “toplumcu merkez” oluşturularak İmamoğlu’nun şahsında sembolleşen pragmatist popülizmden uzak durulmalıdır.

Yolsuzluk iddialarının temelinde ideolojik savrulma da vardır. CHP, geliştirdiği belediyecilik modeliyle popülist söylem ile sermaye grupları arasında sıkışmıştır. Kamusal yarar, sosyal adalet ve şeffaflık temelinde ideolojik netleşme şarttır. Bugün CHP’nin karşı karşıya olduğu mesele, yalnızca bir “taktik hata” ya da “kişisel yozlaşma” meselesi değildir. Bu, partinin ideolojik omurgası, kurumsal kimliği ve halkla kurduğu ilişkinin ahlaki zeminiyle ilgilidir.

İmamoğlu’nun etrafında şekillenen yolsuzluk iddiaları, partiyi yalnızca kamuoyu nezdinde değil, kendi içsel ahlaki rejimi açısından da bir eşiğe getirmiştir. Bu eşiğin aşılması, CHP’nin bir tür “büyük arınma” ve yeniden yapılanma sürecine girmesini zorunlu kılmaktadır. Eğer bu süreç geciktirilirse, parti artık bir sol muhalefet değil, eski rejimin temsilcisi olarak algılanacak, bu da partinin tarihsel meşruiyetini yitirmesi anlamına gelecektir. Bu bağlamda, CHP’nin siyasi kimliğini yeniden tanımlayacak iç reformlara, şeffaflık ve hesap verebilirlik temelli bir yerel yönetim paradigmasına ve uluslararası sosyal demokrat normlara bağlılığı içselleştirecek bir etik çerçeveye ihtiyacı vardır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.