Bazı cümleler var, hafifmiş gibi başlar ama zamanla içimize dert olur: “Ama öyle olması gerek.”
Kime göre? Neye göre? Ne zaman bu kadar emin olduk “olması gereken”lerden? Ve asıl soru şu: “Bitmedi mi artık?”
Toplumun görünmeyen bir WhatsApp grubu var sanki. Üyeleri belli değil ama mesajları sürekli düşüyor hayatımıza: “O tonda konuşmamalıydın. “Tatilde şurada olmalıydın.” “O Mekana gitmeliydin!”
Bu “olmalılar” listesi sonsuz bir Google Sheet gibi. Herkes düzenli olarak güncelliyor. Herkes birbirinin hayatına not düşüyor. Hep bir kıyas, hep bir doğrultma çabası. Yorulmadık mı artık birbirimizin seçimlerini düzeltmekten?
Senin “olması gerekenin”, benim için “olmaması gereken” olabileceği fikrini neden bu kadar zor sindiriyoruz? Bakış açısını sanki evrensel yasa gibi dayatmak hangi çağın alışkanlığı? Belki de sorun şu: “Fikir üretmekten çok hüküm vermeye alıştık. Yargı kolay, empati zor.”
Sorgulamak yıpratıcı, etiketlemek pratik. Her gün “böyle olmalısın” bombardımanına tutuluyoruz.
Ama kimse demiyor ki: “Böyle olmasan da olur. Belki de daha iyisi sensindir.”
Farklı olmak, yanlış olmakla eş tutuluyor. Ve biz de, sevilmek ve onaylanmak uğruna kendi kendimizi törpüleye törpüleye yok ediyoruz. Toplumun “olması gereken” kalıpları içinde boğulanlara bir öneri: Kendi sesini dış seslerden korumayı öğren. Çünkü sonunda herkes gidiyor ama sen, seninle kalıyorsun. Ve o ses hâlâ seni “olması gereken”e zorluyorsa, belki de onu susturmanın zamanı gelmiştir. Bayram dersinizi nasıl alırdınız? Bence bu bayram toplumun bizden beklediği olması gerekenleri aşmamız gerektiği konusunda bir sinyal verdi. Siz mesajı doğru alırsınız almazsınız ama bu baskı bir yerde son bulmalı.
TÜRKİYE’DEN ST. PETERSBURG’A BAYRAM ZİYARETİ Mİ?
Bir sabah Instagram‘ı açıyorsunuz ve bir bakmışsınız herkes St. Petersburg’da. Kimi Hermitage Müzesi‘nin önünde Mona Lisa‘nın kuzeniyle selfie çekiyor, kimi Neva Nehri kıyısında “soğuk ama kalbim sıcak” pozlarında. Sanki Rusya bir anda Yunan Adası’na dönüşmüş, vize yok, masraf yok, keyif çok. İlk başta “Bu insanlar neden St. Petersburg’da?” diye merak ediyorsunuz ama sonra biraz araştırınca her şey anlam kazanıyor. Vizesiz, hızlı, tarihiyle kültürüyle dopdolu ve Instagram’a çok yakışan bir şehir.
Soğuk ama samimi. Donuk ama dramatik. Ve en önemlisi de Türk turistlere hazır. Peki nedir bu St. Petersburg’un sırrı? Evet! Türk vatandaşları artık St. Petersburg’a e-vizeyle, parmak izi, banka hesap dökümü, anne kızlık soyadı sormadan, online başvuru ile gidebiliyor. 3.5 saatte İstanbul’dan kalk, Neva Nehri’nin kenarında selfie çek. Pratik, hızlı ve havalı. Yoğun talepten dolayı Türk Hava Yolları “Bu iş ciddiye bindi” dedi ve her gün gerçekleştirdiği 3 uçuştan birini koca gövdeli Airbus A330 ile yapmaya başladı. Bu, “Sadece valiz değil, tüm hayallerinizi de alın gelin” demek oluyor. Buz gibi şehre bu kadar sıcaklık nereden geliyor?
St. Petersburg, “Kuzeyin Venedik’i” olarak anılıyor ama aslında “Kuzeyin Kapadokya’sı” da diyebiliriz; çünkü her köşesi Instagram için yaratılmış gibi. Barok saraylar, altın varaklı tavanlar, Dostoyevski’nin yürüdüğü sokaklar ve bir şehirde olması gerekenden fazla müze. Gerçekten, her 300 metrede bir müze var. Adeta “Gözün doysun, ruhun kültürlensin” demişler. Peki Türkler neden bu kadar akın ediyor?
Tahminlerimiz şunlar:
Vizesiz olması: Zaten Avrupa vizeleri travma. Kimse “12. sınıf transkriptini getir” gibi taleplerle uğraşmak istemiyor.
Fiyat-performans ilişkisi: St. Petersburg, Avrupa şehirlerine göre daha uygun. Ruble kuru yüz güldürüyor. 5 yıldızlı otelde kalıp “burada kahvaltı dahilmiş, ne hoş” diye sevinebiliyorsunuz.
Havalı bir destinasyon: “Tayland’a gittim” mi daha havalı, yoksa “St. Petersburg’daydım, Deli Petro’nun şehri” mi? Cevap belli. Rus romanları okuyanlar bilir beyaz geceler ilham verir.