Polonya Başbakanı Donald Tusk‘ın Türkiye’ye yaptığı ziyaret, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği konusunu yeniden gündeme taşımıştır. Bu ziyaret, yıllardır tıkanmış durumdaki AB-Türkiye müzakere süreçleri için yeni bir dönemin başlangıcı olabilir. Öte yandan bu ziyaret, Avrupa güvenliğinin son dönemde değişen yapısı içinde Türkiye’nin önemini tekrar gözler önüne serdi. Polonya hem Ukrayna‘ya hem de Kaliningrad Oblastı üzerinden Rusya‘ya komşu olması nedeniyle tarihsel olarak hep bir güvenlik kaygısı taşımıştır. Özellikle Ukrayna Savaşı, Polonya’nın savunma konusundaki endişelerini daha da artırdı. Savaşın yarattığı güvenlik kaygıları arttıkça, Polonya açısından Türkiye vazgeçilmez bir ortak hâline gelmektedir. Bu nedenle Tusk, Ankara temaslarında Türkiye’nin AB üyeliğinin Avrupa güvenliği için önemini açıkça vurgulamıştır.
Ukrayna Savaşı ve ABD’nin bu süreçteki tutumu sebebiyle Avrupa sahnesinde güç dengeleri değişirken, Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri güvenlik kaygılarına öncelik veriyor. Polonya, Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Rusya’ya karşı sert bir tutum sergilemişti. Bu yaklaşım, NATO içinde savunma harcamalarının artırılmasına ve AB’nin ortak güvenlik politikaları geliştirmesine yönelik talepleri de beraberinde getirmiştir. Nitekim Rusya’nın Karadeniz‘deki askeri varlığı ve Doğu Avrupa’ya yönelik tehdit algısı, Polonya ile Baltık ülkelerinin endişelerini daha da pekiştirmiştir. Diğer yandan enerji bağımlılığı da AB içinde önemli bir sorun kaynağıdır; Rus gazına bağımlılığın azaltılması çabaları istenilen sonucu veremedi. Güvenlik, enerji ve ekonomik belirsizliklerin iç içe geçtiği bu ortamda Polonya, Türkiye gibi güçlü bir ordu ve stratejik bir konuma sahip bir ülkeyi dışlamak yerine AB’ye dâhil etmenin getirilerini öncelikle kendi ulusal çıkarları açısından olumlu buluyor. Komşusu Ukrayna’ya en açık desteği veren ülkelerden biri olan Polonya, AB’nin güvenlik mimarisine Türkiye gibi kritik aktörlerin katılımını stratejik bir kazanç olarak yorumluyor. Nitekim Tusk’ın ziyaretinin en somut sonucu, Türkiye’nin AB üyeliği sürecine yeniden ivme kazandırma yönündeki ortak iradenin ilanı olmuştur.
Ukrayna Savaşı, Avrupa’yı büyük bir krizle yüz yüze getirmiş; göç, enerji ve ekonomik sorunlar AB genelinde derin gerilimlere yol açmıştır. Üye devletler arasında, Rusya’ya uygulanacak yaptırımların kapsamı ve dozu konusunda da tam bir birlik sağlanamadı. Dolayısıyla AB içinde güvenlik politikaları bakımından tam bir birlik ve uyumdan bahsetmek mümkün değil. Bu ortamda Ukrayna Başbakanı Zelensky’nin kısa süre önce Türkiye’ye yaptığı ziyaret, Tusk’ın ziyaretiyle dolaylı olarak kesişiyor. Nitekim Zelensky de tıpkı Tusk gibi Türkiye ile savunma ve diplomasi alanlarında daha geniş ölçekli iş birlikleri arayışında.
Savaş boyunca Ankara, Rusya ve Ukrayna arasında denge politikasına dayalı bir diplomasi izledi. Türkiye, Karadeniz’de tahıl koridoru ve benzeri insani yardım girişimlerinde de aracı rolü üstlendi. Bu çabalar, Türkiye’nin bölgesel krizlerin çözümünde öne çıkmasını sağlamış ve olası bir diyalog masasında arabulucu aktör olarak konumunu güçlendirmiştir. AB ülkeleri de tahıl koridoru girişimi gibi adımların Türkiye’yi Avrupa güvenliği bağlamında daha kritik bir konuma taşıdığının farkındadır.
Türkiye, asker sayısı bakımından ABD’den sonra NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahiptir ve Karadeniz, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz üçgeninde yer alan stratejik konumuyla Avrupa güvenliği açısından kilit bir aktördür. Sahip olduğu bu askeri kapasite ve jeopolitik konum, Avrupa için Türkiye’yi vazgeçilmez bir ortak hâline getiriyor. Bu durum, hem Polonya Başbakanı Donald Tusk’ın Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği desteğin hem de Zelensky’nin Türkiye ile daha geniş iş birliği arayışlarının arka planında etkili olmuştur. Bu noktada özellikle ABD başkanı Trump’ın son zamanlarda NATO’ya yönelik eleştirel tutumu ve “Avrupa kendi savunmasını kendisi üstlenmeli” yönündeki söylemleri belirleyici bir rol oynuyor. Trump döneminde sıkça gündeme gelen ABD’nin NATO’dan çekilme tartışmaları ve savunma harcamaları konusundaki baskıları, Avrupa için ciddi bir güvenlik kaygısı doğuruyor. Ayrıca ABD’nin son zamanlarda Asya-Pasifik’teki rekabet nedeniyle Çin’e odaklanması, Avrupa’yı kendi güvenlik mimarisini inşa etmeye zorluyor.
Öte yandan Türkiye, göç yönetimi, savunma ve diplomatik arabuluculuk gibi alanlarda da küresel ölçekte adından söz ettiren bir ülkedir. Rusya ve Ukrayna arasında muhtemel bir barış girişiminde Türkiye’siz bir denklem pek olası görünmüyor. Bu gerçek, Tusk ve Zelensky’nin Ankara temaslarında da net biçimde görünmüştür. Eğer ABD, güvenlik ve askerî konularda Avrupa’yı kendi hâline bırakacak bir tutum benimserse ve en olumsuz senaryoda NATO’dan ayrılırsa, AB’nin kısa vadede yeni bir savunma mimarisi inşa etmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Bu bağlamda Türkiye hem NATO içindeki askeri gücü hem de bölgesel etkisiyle, AB’nin kendi savunma kapasitesini oluşturma sürecinde önemli bir bileşen olarak öne çıkarıyor. Özellikle Polonya ve Macaristan gibi orta ölçekli Doğu Avrupa ülkeleri, Türkiye’nin katılımıyla oluşabilecek bir “doğu bloku” sayesinde Almanya ve Fransa’nın AB içindeki baskın konumuna alternatif oluşturabilir ve böylece AB içinde hem siyasi hem de ekonomik alanda daha fazla söz hakkı elde edebilir.
Özetle Avrupa, Rusya tehdidi ve ABD’nin giderek belirsizleşen tavrı karşısında savunma alanında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışırken, Türkiye’nin stratejik önemi daha fazla belirginleşiyor. Hem Ukrayna başbakanı Zelensky’nin hem de Polonya başbakanı Tusk’ın Türkiye ziyaretleri, bu gerçeğe işaret ediyor. Mevcut küresel ve bölgesel denklem, Türkiye’yi dışlayan bir Avrupa güvenlik mimarisini her geçen gün daha zor ve maliyetli hâle getiriyor. Dolayısıyla yakın dönemde Türkiye-AB ilişkilerinde, özellikle güvenlik ve savunma ekseninde önemli gelişmelerin yaşanması kuvvetle muhtemeldir.