Deprem enkazından çıkan sanat: Kimin için, ne için?

Deprem enkazından çıkan sanat: Kimin için, ne için?
A+
A-


Sanat dünyasının zorlama hikayelerinden, felaketi anlatırken, anlatıdan felaket çıkarmalarına alıştık evet, her serginin bir teması olmalı, tamam. Ama her eserin de illa bir trajediye yaslanması mı gerek? Sanatçılar artık yalnızca malzeme değil, hikaye de topluyor. Enkazdan demir değil, ‘anlam’ çıkarıyorlar. Her kırılmış metalin bir toplumsal hafıza metaforuna dönüşmesi şart mı? Sanatın bir anlatısı olması gerektiği doğrudur, ancak her anlatının da ille de bir felaketle bezenmesi gerekmez.

Neden mi bunları söylüyorum çünkü deprem yardımları, savaş için bağışlanan sanat eserleri, sanattan devşirilen çadırlar… Hepsi kulağa hem trajik hem de ironik gelen bir gerçekliğin parçaları. Ama bazen, hikaye uydurma merakımız bizi bir sınırın ötesine taşıyor. İşte tam da bu yüzden, bazı sergiler moral vermek yerine rahatsız ederken ekstra bir mutsuz ediyor. Adıyamanlı depremzede Berfin Dolaş‘ın ‘Kılçık’ adını verdiği eseri, enkazdan topladığı demirlerle yapılmış. Anlatıma göre, her demiri bükerken felaketi tekrar yaşamış, ama aynı zamanda ‘yeniden kapıyı aralamak’ istemiş. O kapı neresi, neye açılıyor bilmiyoruz ama öyle görünüyor ki sanatçı, depremin tahribatını bir anlatı malzemesi olarak yeniden inşa etmiş. Burası kritik nokta:

Sanat sadece estetik bir ifade değil, tamam. Toplumsal hafıza oluşturabilir, tamam. Ama yaşanmış, sıcaklığı hala korunan bir felaketin enkazından sanat çıkarmak ne kadar etik? Sahi, felaketin izlerini birebir sanat eseri yapmak, acının sanatsal bir meta haline gelmesi değil mi? Birileri o enkazın içinde sevdiklerini kaybetti, diğerleri o enkazdan demir seçip eser üretti. Sonra bunlar paketlenip sergiye dönüştü ve izleyiciler düşünmeye davet edildi. Hatırlayalım: Depremin üzerinden birkaç yıl geçti, hâlâ enkazdan çıkan fotoğraflara bakıp kaybettiklerini anmaya çalışanlar varken, “büyük bir sanat eseri yarattım” diyerek bu acıyı estetize etmek vicdanımıza ne kadar uyuyor? Bazı hikayeleri anlatmak gerekir ama bazılarını zorlamamak en iyisidir. ‘Kılçık’ eserinin niyeti ne olursa olsun, sonunda acıyı bir anlatı unsuru haline getirmekten öteye geçemiyor.


BİR İLHAM İFLASI

Bizi sarsar, düşündürür, başka bir dünyanın kapılarını aralar. Ancak son yıllarda, özellikle de çağdaş sanat ve tasarım dünyasında, giderek daha sık rastladığımız bir şey var: İlhamın sığlaşması. Haftanın sanat haberi, ölen dedesinin ceketinden ilham alarak sanat eseri üreten bir sanatçıdan geldi. Ahşap eserler yapmış, ölen dedenin ceketinin benzerleri hepsi. Şaka mı, gerçek mi? Yoksa bu sadece ‘ilham’ kelimesinin içinin boşaltılmasına bir örnek mi? Yanlış anlaşılmasın, acıdan sanat çıkarmanın kendisi sorun değil. Aksine, savaşlara, yıkımlara, insanlık trajedilerine ithaf edilen sayısız eser, sanat tarihinin mihenk taşları arasında yer alıyor.

Picasso’nun Guernicası, Goya’nın 3 Mayıs 1808 tablosu, Shostakovich’in 7. Senfonisi… Hepsi bir dönemi ve bir ruh halini yansıtıyor. Ama dedemin ceketi? Bir sanatçının ya da tasarımcının içinde bulunduğu ruh hâlini yansıttığı iddia edilen bu tür ‘konseptler’, ne yazık ki giderek daha az anlam ifade ediyor. Sanatın kişisel deneyimlerden beslenmesi kadar doğal bir şey yok. Ancak gerçek bir anlatının, bir derinliğin olması gerekiyor. Sanatçının acısıyla izleyicinin arasında bir bağ kurulmadığında, ortaya çıkan şey yalnızca bir pazarlama anlatısı oluyor. “Ben bunu yaşadım ve sanat yaptım” demek, sanatın bir ifade biçimi olduğu gerçeğini değiştirmez ama onu yüzeyselleştirebilir. Peki biz ne zaman bu kadar ilhamsız kaldık? Belki de sorun sanatçılarda değil, onlara sınırsız takdir gösteren izleyicide. Gerçekten ilham verici olanı talep etmediğimiz sürece, ölen dedenin ceketi ilham kaynağı olmaya devam edecek. Ve biz de her defasında “Sanat gerçekten buraya mı evrildi?” diye sormaya devam edeceğiz.


HARRY POTTER VE SENFONİ BULUŞMASI

Büyücülük dünyasını dev ekranda izlerken, efsanevi John Williams’ın müziklerini canlı bir senfoni orkestrasından dinlemek… Hayal gibi değil mi? Harry Potter ve Felsefe Taşı film konseri tam da bunu vaat ediyor!

19-20 Nisan’da İstanbul ve 10-11 Mayıs’ta Ankara’da gerçekleşecek bu muhteşem etkinlikte, 100 kişilik İstanbul Film Orkestrası, filmle kusursuz bir uyum içinde performans sergileyecek. Yani Hedwig’s Theme çalmaya başladığında, Hogwarts mektubunuz kapınızdan içeri süzülmese de tüyleriniz diken diken olacak. Filmi defalarca izlemiş olabilirsiniz ama canlı senfoni orkestrasıyla deneyimlemek bambaşka bir büyü!

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.