Zorbalık mı gazetecilik mi? tartışması

Zorbalık mı gazetecilik mi? tartışması
A+
A-


Şun günlerde dikkatimi çeken en önemli konu, Stranger Things dizisi ile tanınan oyuncu Millie Bobby Brown’un basına yönelttiği “Bu gazetecilik değil, zorbalık” eleştirisi. Bir ünlünün görünümü, seçimleri ve tarzı üzerine yapılan haberler gazetecilik mi, yoksa doğrudan bireyi hedef alan bir zorbalık mı? 21 yaşındaki oyuncunun isyanı haksız değil.

Onun da belirttiği gibi, medya halen kendisini Stranger Things dizisinin ilk sezonundaki küçük bir kız çocuğu olarak görmek istiyor. Oysa Brown büyüdü, değişti, kendi tarzını oluşturdu. Ancak bu değişim, özellikle kadın oyuncular söz konusu olduğunda, sıklıkla olumsuz bir şekilde yorumlanıyor. Saçı, makyajı, kıyafetleri hatta yüzü üzerine yazılar kaleme alınıyor. Dahası, olduğundan yaşlı görünmekle itham ediliyor. Yani toplumun gözünde bir genç kadının ne zaman ‘fazla olgun’ ya da ‘fazla çocuk’ olduğunu belirleme hakkı, bir grup gazeteciye ve sosyal medya yorumcusuna ait gibi. Ne üzücü!

Peki bu tür haberler gerçekten gazetecilik mi? Yoksa ünlülerin fiziksel değişimleri üzerine kafa yoran, magazinsel merak duygusuyla hareket eden bir eğlence kültürünün ürünü mü? Şöhret, elbette kamuoyunun ilgisini beraberinde getirir. Bir ünlü, bir noktada kendisi hakkında konuşulmasını yönetmek zorundadır. Ancak gazeteciliğin sınırı, bir bireyin görünümü ve kişisel seçimlerini didik didik etmek mi? Brown’un en çok rahatsız olduğu konulardan biri de kendisiyle ilgili eleştirel yazıların bir kısmının kadın gazeteciler tarafından kaleme alınması. Bu, düşündürücü bir durum. Kadınların medya tarafından sürekli bir estetik standart altında değerlendirildiği bir dünyada, bazı kadın gazetecilerin de bu algıyı yeniden üreten kişiler haline gelmesi ironik değil mi? Brown’un yaşadığı durum, yalnızca onun değil, yıllardır Hollywood‘un ve magazin dünyasının birçok genç kadın figürüne yaptığı muamelenin bir parçası. Lindsay Lohan, Britney Spears, Anne Hathaway gibi isimler de zamanında basının ağır eleştirilerine maruz kalmıştı. Bu durum, şöhretin bir bedeli mi, yoksa hala aşamadığımız toksik bir medya alışkanlığı mı acaba? Millie Bobby Brown gibi genç yaşta şöhreti yakalayan isimler için medya baskısı kaçınılmaz.

Ancak burada esas soru şu: Bir ünlünün bu baskıyla baş etmeye mecbur olması mı gerekiyor, yoksa medya etiğinin değişmesi mi? Şöhret, elbette güçlü bir psikoloji gerektirir. Fakat bu, gazeteciliğin sınırlarını bulanıklaştıran ve bireyleri kişisel düzeyde hedef alan içeriklerin normalleşmesi anlamına gelmemeli. “Şöhret böyle bir şey” denildiğinde yapılan şey, toksik bir medya kültürünü olağanlaştırmak ve ünlülerin üzerindeki gereksiz baskıyı meşrulaştırmak. Brown haklı mı? Evet. Ama şöhretin yönetimi de bir sanat. Bu yüzden, yıllar sonra kendisi de bir medya figürü olarak bu döngünün neresinde duracağını sorgulamalı.

KAHVE SAVAŞLARI: AMERİCANO MU, CANADİANO MU?

Ah, Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki son gelişmeler! İki komşu ülke arasındaki bu komedi dolu gerilim, sit-com senaryosunu andırıyor. Öncelikle, Başkan Trump’ın Kanada’yı ABD’nin 51. eyaleti yapma ısrarı, diplomatik ilişkilerde yeni bir mizah anlayışı getirdi. Trump, Kanada Başbakanı Trudeau’yu ‘Vali’ olarak anarak, Kanada’nın ABD’ye katılması durumunda daha düşük vergiler ve daha iyi güvenlik vaat ediyor. Trudeau ise bu öneriye karşılık, Kanada’nın egemenliğini koruma konusunda kararlı bir duruş sergiliyor. Bu arada, Kanada’daki kahve dükkanları da bu diplomatik gerilime kendi esprili tepkilerini veriyor. ‘Americano’ kahvesini menülerinden çıkararak ‘Canadiano’ sunmaya başladılar. Çok zekice bir hamleydi gerçekten . Bu sessiz direniş, Kanada’nın ulusal gururunu kahve fincanlarında yansıtıyor. Kanada ve ABD arasındaki bu komedi dolu gerilim, bize diplomatik ilişkilerin ne kadar renkli olabileceğini gösteriyor. Umarız, bu mizahi yaklaşım, gelecekte daha fazla ‘Canadiano’ içmemize vesile olur.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.