Kuruluşunun üzerinden 24, iktidara gelişinin üzerindense 23 yıl geçmiş bir partinin Olağan Büyük Kongresi neden toplumun her kesiminden alaka görür?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi tarihindeki başarısını anlamak için pazar günü yapılan AK Parti’nin 8. Olağan Büyük Kongresi’ne ve kongre öncesi ile sonrası konuşulanlara bakmak yeterli olur.
2023 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki zaferin ardından gelen yerel seçimlerdeki başarısız sonuçlar, AK Parti’nin hikâyesinin ve aslında Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerinin inişe geçtiği şeklinde yorumlanmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, seçim zaferlerinde gösterdiği olgunluğu yerel seçimlerden sonra da göstermesi ve partinin teşkilatlarında değişikliğe gitmesi, bu olumsuz görüşü sona erdirdi.
Bu süreçte AK Parti kurultayını gerçekleştirdi ve partinin Merkez Karar ve Yürütme Kurulu (MKYK) ile Merkez Yürütme Kurulu’nda (MYK) önemli değişiklikler yapıldı. Kongrede yalnızca AK Parti’nin yeni yönetimi belirlenmekle kalmadı, aynı zamanda partiye geçen siyasetçilerin katılım törenleri de gerçekleştirildi. AK Parti’nin, Türkiye siyasetinin merkezinde yer alan bir parti olduğu, yeni katılımlarla bir kez daha ispat edildi.
Gelecek Partisi’nden ayrılan Antalya Milletvekili Serap Yazıcı Özbudun ile İyi Parti’den ayrılan İstanbul Milletvekili Salim Ensarioğlu ve Konya Milletvekili Ünal Karaman da kongrede rozetleri takılarak AK Parti’ye katıldılar.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Evet, bir partiden milletvekili seçilen kişilerin daha sonra başka bir partiye geçmeleri, seçmenlerine karşı bir saygısızlık olarak değerlendirilebilir. Ancak sırf Recep Tayyip Erdoğan’ı yenmek için İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri’ni cumhurbaşkanı adayı yapan, ardından partisini sağa kaydırmaya çalışan ve bizzat AK Parti’den ayrılan eski isimlerin kurduğu partilerle ittifak yapan, hatta bir kandil gününde cumhurbaşkanı adayını ilan edecek kadar dindarmuhafazakâr kesime göz kırpan Cumhuriyet Halk Partisi’nin ve destekçilerinin (CHP) bu konuda itiraz hakkı yoktur. Zaten söz konusu partileri, kendi vekillerini takas eşyası gibi gönderip grup kurdurarak inşa eden CHP, bu kapıyı bizzat kendi açmıştır.
Bugünün Türkiye’sinde partilerinden istifa edip başka bir partiye geçen milletvekilleri, bir anlamda seçmenlerinin beklentilerinin ve kendi siyaset yapma ideallerinin peşinden gidiyor. Bugün en muhalif çevreler dahi, Cumhuriyet Halk Partisi de dâhil olmak üzere, Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de siyasete yön verdiğini, siyasetin en önemli figürü olduğunu ve gündemin onun çizdiği çerçevede belirlendiğini kabul ediyor. Böyle bir ortamda siyasetin merkezinde yer almak isteyen bir ismin, Erdoğan’ın yönettiği partiye geçmek istemesi şaşırtıcı olmaz.
Bugün Türkiye’de iki büyük siyasi kutup bulunmaktadır: Bir tarafta AK Parti ve MHP’nin temsil ettiği Cumhur İttifakı, diğer tarafta CHP ve ortaklarının oluşturduğu ittifak. Cumhur İttifakı, Türkiye’nin daha güçlü bir ülke hâline gelmesini, içeride ve dışarıda sorunlarını çözmüş, bölgesinde merkez konumuna gelmiş bir ülkenin inşasını hedeflerken; muhalefet bloku, Türkiye’nin kazanımlarını yok etme pahasına mevcut iktidarı devirmeyi amaçlamakta ve bu doğrultuda her kesimden ve her yapıdan ittifaklar kurmayı kendine görev bilmektedir
Son 10 yılda daha “yüzer gezer” bir anlamı olsa da sağ-sol ayrımı üzerinden bakacaksak; bildiğimiz anlamda sağı hakkıyla temsil edip alanı hegemonize eden Cumhur İttifakı’dır. AK Parti’den ayrılıp CHP ile yola çıkarak hüsrana uğrayanların ve uğrayacak olanların farkına vardığı hakikat budur.
Tıpkı AK Parti’ye yeni katılan bir vekilin söyledikleri gibi, “Bugün Türkiye’de siyaset yapmak için en uygun parti AK Parti’dir”.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz